SOSYAL MEDYA İLE İNANILMAZ SALDIRI ALTINDAYIZ

Bir gazete Ersin Çelik yazısında “İnanılmaz saldırı altındayız” diye başlık atmış. Son zamanlarda insanın anlam arayışı ve mevcut sosyal medya düzeninden kaçışın yollarına dair denemeler çok fazla görülmeye başlandı.

 

İnternetin icadından sonra bugüne dek görülmüş en yaygın akım haline dönüşen sosyal medya, iletişimimizi kolaylaştırdığı kadar belli riskleri de beraberinde getiriyor. Farkında olarak veya olmadan yaptığınız pek çok davranış ve sahip olduğunuz alışkanlıkların sonucunda, hiç ummadığınız tehditlerle yüz yüze gelebilirsiniz.

 

Sosyal medyadan kaynaklanan güvenlik tehditleri temelde iki temel gruba ayrılıyor. İlki kullanıcıların isteyerek veya istemeyerek kritik öneme sahip olabilecek bilgileri kendi eliyle paylaşması, ikincisi de doğrudan sosyal medya platformları aracılığıyla gerçekleştirilen saldırılar. Bunlardan ilki kullanıcının davranışlarını kontrol altına almasıyla nispeten kolay yoldan çözebileceğiniz bir problem. Yine de sonuçlarını asla hafife almamak gerekir, çünkü sosyal medya üzerinden önemli bilgileri paylaşmak büyük tehditleri beraberinde getirebilir.

 

Sosyal medya platformları doğası gereği kullanıcılarını mümkün olduğunca açık olmaya ve paylaşmaya teşvik eder. Bu strateji varsayılan güvenlik ayarlarına da yansır. Oysa güvenlik açısından bakıldığında, bu yaklaşım büyük riskleri beraberinde getirir. Bugün bu tarz saldırılarla sosyal medya hesaplarını ele geçirmek kendi başına bir endüstriyel iş koluna dönüşmüş durumda, çünkü veri çok değerli olmuştur.

 

“Bir Başka Mesele” programında konuşan Hatice Ebrar Akbulut’un da derdi çağın insanın savrulması ve arayışları oldu. Ebrar hanım, derinlemesine okumalar yaparak, tespit, teşhis ve önerilerini uzun uzadıya aktarıyor. Son yazısı da “Gözetim ve Körleşme” üzerineydi ve şu tespiti çok sarsıcıydı: “İnsanı çürümüşlüğün içinde bırakan ekran, devasa bir ağın parçasıdır. Ekranda kaldıkça insan o ağın içinde yaşayan bir parazite dönüşür.”

 

Sosyal medya bizlere neler yaptı? Dijital çağın insanları olarak, insana dair neleri kaybettik? Neleri kaçırıyoruz? Duygu olarak, düşünce olarak hatta fiziksel olarak nasıl bir şeye dönüşüyoruz?

 

Sosyal medya dediğimiz şey sadece orada etkileşim kurduğumuz, birbirimize beğeni attığımız ya da birbirimizi linç ettiğimiz bir mekanizma değil. İzlediğimiz, baktığımız her şey artık bir sosyal medya. Gündüz kuşağı programları da öyle. Önceden mahallenizde olan bir şeyin dedikodusunu yaparken ya da okulunuzda yaşanan, işyerinizde yaşanan bir şeyin dedikodusunu yaparken şimdi gündüz kuşağı programında hiç tanımadığınız bir insan sofranıza geliyor. Onun dedikodusunu yapıyorsunuz. Zihnen, manen, kalben inanılmaz bir saldırı altındayız. Ekranlar üzerinden ve her bir tarafa çekiştiriliyoruz. Bu durum ilginç ve bizi hem mekansızlaştırıyor hem de kimliksizleştiriyor. Evet, sel gibi gelen bir şey var. Ama biz onun önüne ne kadar set koyabiliyoruz? Ne kadar mücadele edebiliyoruz? İşte sıkıntılar orada başlıyor. Cevap üretemediğimizde, tıkandığımızda başlıyor.

 

Bu konuda Teoman Durali Hoca da şöyle söylüyordu: “Bir buzağının, bir ineğin, bir atın, bir tayın koşuşuna, yemek yiyişine; bir güneşin doğuşuna, batışına şahitlik etmemiş bir çocuğun dünyasını neyle süsleyebiliriz?” Bu çocuğa neyi anlatabiliriz? Ona istediğiniz eğitimi verin, ama bu çocuk pratikte gerçek hayatta tabiatından koparılmışsa, en iyi ilmi dahi verseniz onu algılayamayacaktır.

 

Zihinlerimiz kirlendi ve doğal düşünemiyoruz. Oswald Spengler diye bir yazar var. Onun kitabında şöyle bir ifade vardı: “Bu çağın insanı dijitale angaje olmuş.” Daha doğrusu, kapitalizmin çarkını çevirenlerden biri hâline gelmiş. Akan bir nehir gördüğünde onun içinden geçmek, yüzünü yıkamak, ayaklarını salındırmak gibi şeyleri düşünmez. O nehri nasıl ticari bir şeye çevireceğini düşünür. Oradan elde edeceği suyu nerelerde kullanacağını hesaplar. Ya da süt dolu bir inek gördüğünde, o ineğin sütünden nasıl fayda sağlayacağını, nasıl gelir elde edeceğini düşünür. Hatta içine su katarak, ürettiği yağın, yoğurdun ticari değerini nasıl artıracağını düşünür. Zihinlerimiz kirlendiği için, tabii olanı gördüğümüzde de tabii düşünemiyoruz artık. Onu kendi doğallığı içinde kavrayamıyoruz. Birbirimizi de kendi doğallığımızla kavrayamıyoruz. En ufak bir şeyde birbirimizi çok kolay iğneleyebiliyor, kesip atabiliyor, silebiliyoruz. Sosyal medya, maalesef ciddi anlamda bütün dengelerimizi bozdu.

 

Aslında en çok eleştirmemiz ve üzülmemiz gereken şey Müslüman düşünceye ve Müslüman muhakemeye sahip olan insanların da artık böyle olması.

 

Sosyal medyada usta-çırak ilişkisi kurulamaz. Zira, sosyal medyada yalnızca bir taklit söz konusu; taklit ederek gerçek öğrenme oluşamaz. Usta-çırak ilişkisinden söz ederken, internet ortamında ya da dijitalde pandemi döneminde mecburen geçilen dijital derslerde olduğu gibi gerçek bir eğitim mümkün değildir. Çünkü orada insanlar adeta bir BBG evi gibi sadece birbirini gözetliyor. Yalnızca birbirinize bakıyorsunuz. Ama gerçek hayatta, yüz yüze olduğunuzda birbirinizin soluğunu duyuyorsunuz, sesini gerçekten işitiyorsunuz, suyun akışını hissediyorsunuz. Bu sizi daha profesyonel kılıyor, insanlara karşı daha anlayışlı hale getiriyor. Ama yalıtılmış bir dijital ortamda ne oluyor? En ufak bir sese bile tahammül edemiyorsunuz. Herkes sussun istiyorsunuz. Sadece sizin varlığınız olsun istiyorsunuz. Bu, çok ciddi bir kopuş. Bu nedenle dijitali gereğinden fazla büyütmemek, hayatı yalnızca buradaymış gibi görmemek gerekiyor. Mümkün olduğunca gerçek hayata, temas edilebilen yaşantılara yönelmek lazım ki, artık parası olanlar ıssız yerlerde doğal hayat için bahçeli ev yaptırıp sessizliğin, kuş ve böcek seslerinin zevkini yaşıyor.

 

Küresel medeniyet insanı maalesef hayvanlaştırıyor İnsanın önemi bütün nebatattan, hayvanattan, bir cümle varlıktan ayıran akıl sahibi olması hasebiyle sorumluluk bilincine sahip olmasıdır. Yine Teoman Duralı hoca bunu çok muhteşem anlatıyor: “İnsan ödev bilinciyle, vazife bilinciyle, sorumluluk bilinciyle var olur. İnsandan bunu çekip aldığınız an her şey biter.” İşte bugünü tarif ediyor. Bu medeniyet: “Çağdaş Küresel İngiliz-Yahudi Medeniyetidir”. Bu medeniyetin en büyük özelliği nedir? İnsanı hayvanlaştırmasıdır. Yani insanı ödev ve sorumluluk bilincinden koparıp atması, çekip atmasıdır. Neden peki insanlar bu medeniyete bu kadar kolay kanıyor, kendini bu kadar kolay kaptırıyor? Çünkü ekseriyet, yani beşeriyetin çoğunluğu hayvansıdır, hayvani taraflarını geliştirir. Çok az insan Kur’an’da o azınlığı över mesela. Az insan bilinçlidir, kendini yetiştirir, geliştirir. Bu medeniyet bu hayvansı insanlara hitap ettiği için yakalıyor. Bizim bunun karşısına, ödev ve sorumluluk bilinciyle donanabilecek; bu dijital, küresel sistemin karşısına koyabileceğimiz bir medeniyet var mı?

 

              Modern soykırımların sonu gelmeyecek diyen Cemil Meriç şöyle devam ediyor:

 

Avrupa’nın dini bâtılları karşısında gösterdiğimiz dikkati, siyasi yalanları karşısında gösteremedik. Misyonerin karşısında uyanık, tecrübeli bir ümmet vardı. Siyasi misyonerin muhatabı aydındı, imanını kaybetmiş, köksüz ve ufuksuz bir aydın.

 

Osmanlı, kâfir çocuklarına kendi ruhunu nefhetmişti. Aydınlatarak ve benimseyerek dost yapmıştı düşmanı. Bu bir çağrıydı. Yeniçeri; kardeşliğe, adalete, mutluluğa yol almıştı. Avrupa kelimelerle intelijansıyamızı büyüledi, yani yalanla.

 

Şimdi sözü Cemil Meriç’in takdirkârlarından Erol Güngör’e bırakıyoruz. Bakınız merhum, Meriç’in izinden giderek nasıl bir değerlendirme yapıyor:

 

“Bir şark hikâyesinde bütün tarih şu üç kelime ile hülasa edilir. Doğdular, yaşadılar, öldüler. Bu hülasa bize nasıl ve niçin sualleriyle ilgili bilgi vermiyor ama bütün o suallerin arkasında yatan gerçeği en veciz şekilde ifade ediyor. Doğum ve ölüm hakkında da aynı kayıtsızlığı, miskin bir teslimiyetle de olsa, hepimiz gösteririz, ama hayatın hikâyesi üzerinde milyonlarca ton keçiboynuzuna benzer laf etmişizdir. Bütün bu yığının içinde bir damla bal bulacak insan pek nadir yetişiyor.

 

Cemil Meriç, milli şahsiyetin iki ana unsurdan meydana geldiğini, bunlar gidince şahsiyet ve cemiyet diye bir şeyin kalmayacağını söylüyor. Dil ve din… Millet hayatında her türlü değişiklik; bu iki unsur muhafaza edilmek şartıyla, bir insanın geceleyin elbisesini çıkarıp pijama giymesi gibi ârızi bir hadisedir der.

 

Ancak sosyal medya dini de dili de yozlaştırdı. Eskiden askeri darbe yapılır, devlet 10 yıl geriye giderdi. Şimdi imanı ve dili darbelerle millet çok gerilere gider oldu.

Uğur KANTEKİN
Eğitimci -Yazar