EĞİTİM SİSTEMİ YENİDEN GÖZDEN GEÇİRİLMELİ Mİ?…
Bir insanın eğitilmesinin, öğretimle olduğu söyleniyor. Yanlış değilse de eksik..! Eğitim olmadan öğretim; maddeci, ruhsuz ve egoist insan tipini yetiştirir. İnsan, anne karnında bazı bilgiler alır ve doğar. Komşu ve arkadaşlarından ibaret dünyası; seküler-yapay-maddiyatçı bir sisteme hapsedilmiş anaokulu, ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite eğitimine maruz kalarak, karanlık bir şekilde zenginleşir..!
Hayat mektebi olarak adlandırabileceğimiz gerçek hayat ise bireyin karşısına geçim telâşı ve çeşitli toplumsal zorluklar gibi kesintisiz mücadelelerle çıkarak, eğitim sürecini sekteye uğratmaktadır. Evlilikler, çocuklar, torunlar ve ölüm döngüsü içerisinde bireyin hayatı bu akışla sürüp gitmektedir. Bu süreçte çevresel faktörlerin çocukların fiziksel ve ruhsal gelişimleri üzerindeki etkisi büyüktür. Toplu hayatın getirdiği hijyen problemleri, mikropların ev ortamına taşınmasına neden olmakta; bu da çocukların sağlığını ve gelişimini olumsuz yönde etkilemektedir.
Özellikle ilkokul döneminde çocuklar, eğer okul öncesi eğitim sürecinde sağlam bir karakter eğitimi almamışlarsa, manevi anlamda bozulmakta; ortaokulda otoriteye rest çekmekte, lisede disiplin tanımaz bir tavır geliştirmekte ve üniversite döneminde ise milli ve manevi değerlerden tamamen koparak çeşitli zararlı yapılara yönelmektedir.
Bugünün henüz temel görgü kurallarını dahi öğrenmeyen, tuvalet adabını, oturup kalkmasını, herhangi ortamda nasıl davranması gerektiğini bilmeyen, nezaket ve letafetle hiç tanışmamış bir nesille karşı karşıyayız. Bu nesle, merhametle ve büyük kararlılıkla yaklaşıp gerçekleri öğretmek, her Türk vatandaşının aslî görevidir.
Türk ailesinin; annesi gündüz kuşağında, babası akşam haberlerinde, evlâdıysa sosyal medyada yok edilmektedir. Milyarlarca insanın dünyevi ve uhrevi saadetini sağlayabilecek bir inanç sisteminin etkin şekilde öğretilmesi gerekirken, bireylerin değerlerinden uzak, yalnızca tüketim odaklı bireyler hâline gelmesi, acil bir değişim gerekliliğini ortaya koymaktadır. Sanayi sektöründe çalışacak kalifiye eleman bulunamazken, kafelerin dolup taşması da bu durumu somut bir şekilde gözler önüne sermektedir.
2025 yılının Cumhurbaşkanlığı tarafından Aile yılı ilan edilmesi, bu sorunların çözümüne yönelik önemli bir adımdır. Cumhurbaşkanı, aile kurumunun güçlü fertler aracılığıyla korunabileceğini ve bu bilincin kuşaklar arasında aktarılması gerektiğini vurgulamıştır. Çocukların aile içinde ve eğitim kurumlarında bilgi, görgü ve güzel ahlakla yetiştirilmeleri, sağlıklı bir toplum yapısının temel taşıdır. Bu süreçte sadece öğretmenlerin değil; anne-baba, arkadaş çevresi, akrabalar, ilgili bakanlıklar ve dini kurumlar dâhil herkesin sorumluluk alması gerekmektedir.
Bununla birlikte, medya aracılığıyla olumsuzlukların sürekli teşhir edilmesi, toplumun ruh sağlığını bozan bir başka etkendir. Cinayet, tecavüz, şiddet gibi vakaların ekranlarda sürekli işlenmesi, kötülüğün normalize edilmesine ve yeni suçların doğmasına zemin hazırlamaktadır. Bu tür programların devlet politikalarıyla kaldırılması, toplum sağlığı açısından elzemdir. Ancak çözüm, sadece medyayı hedef göstermek de değildir. Gerçek çözüm, iyiliğin sistematik bir şekilde tebliği ve tedrisidir. İyiliğin etkin şekilde anlatılması ve örneklerle yaşatılması, kötülüğün kendiliğinden azalmasına neden olacaktır. Eğitim sistemi; bireyi sadece bilgi ile donatmamalı, aynı zamanda kalp ve ruh terbiyesini de esas almalıdır. Ebeveynler, evlatlarına ev ortamında temel değerleri aşılamalı ve onları güvenle eğitim sistemine emanet edebilmelidir. Modern eğitim sistemleri, millî ve manevi değerlerden kopuk, karma müfredatlar üzerine kuruludur. Bu noktada, Türk-İslâm inanç ve ruhuna uygun, sahih tarih, kültür ve Türk dili ön plana çıkarılmalı; Fullbright gibi yabancı kaynaklı müfredatlar yerine yerli ve milli müfredatlar oluşturulmalıdır.
Eğitimde başarı, sadece bilgi aktarımı ile değil; gönül bağı kurularak, öğrencinin ruhuna hitap edilerek sağlanabilir. Sevgi ve merhamet dolu öğretmenler, öğrencilerin gönlünü fetheder ve böylece onların zihninde derin etkiler bırakabilir. Eğitim sistemimizin en büyük eksikliği, akıl, kalp ve ruhu bir arada harekete geçiren bütüncül bir eğitim modelinin yaygınlaştırılamamış olmasıdır. Modern eğitim sistemleri ise mekanik, yüzeysel ve ruhsuz bir bilgi aktarımına indirgenmiştir.
Sonuç olarak, eğitim sistemimizin yeniden yapılandırılması, akıl, kalp ve ruh eksenli bir maarif anlayışıyla gerçekleştirilmelidir. Ancak bu sayede milli ve manevi değerlerle donanmış, aklı ve vicdanı hür bir nesil yetiştirilebilir.
Eğitimde nasıl olmalıyız? Eğitim duygusaldır, gönlünü fethettiğimiz öğrencinin zihnini daha kolay fethederiz. Öğretmen bilgili, erdemli, şefkatli ve fedakâr olmalı. Öğrenciler, öğretmenlerini severler ve sayarlarsa, her konuda örnek alırlar. Kendileriyle ilgilenildiği ölçüde gönüllerini öğretmene açar, sevildikleri ve ilgilenildikleri oranda öğretmene değer verirler. Peygamberimiz (sav), ben sadece öğretmen olarak gönderildim, buyurur. Peygamberlik yaptığı kısa zaman diliminde bir kıta dolusu insanın gönlüne girdi, onları eğitti; kötü insanları iyi insana dönüştürdü ve bilgiyi önemsedi. Kutsal kitabımız Kur’an’ı yaşadı, okudu, anlattı ve ezberletti. İlim çağı başlattı. Okul, kitap, okuma kültürü olmayan bir topluma öğretmen oldu, okudu ve okuttu. Şikâyet etmedi, sorunlara çözüm üretti. Çarşı, pazar, panayır, Kâbe ve sokaklardan öğrenci topladı. İnandı ve inandırdı, kısa sürede yepyeni ve örnek bir toplum inşa etti. İnsanlara değer verdi, onlarla ilgilendi, onları ikna etti.
Anlattığı hakikatler, bizi yaratan merhametli yaratıcımızı tanıttı, ölümden sonra daha güzel bir hayatın bizi beklediğini müjdeledi. “Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz! Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız!” buyurdu. Peki bu metotları bugün kaç öğretmen uygulayabiliyor ya da MEB bu işin neresinde?
Modern çağda eğitim, bu tür bir derinlikten uzak, yüzeysel ve mekanik bir anlayışa hapsolmuş durumda. Dolayısı ile eğitim sistemlerimin çöktüğü, orta dereceli okulların çocuklarının kimlik ve kişilik bunalımını iliklerine kadar yaşadıkları bir zaman diliminde, Akıl, kalp ve ruhu aynı anda harekete ve hayata geçiren bir eğitim modelini geniş bir alana yayamadık. “Maarif” kelimesinin köküne inildiğinde, yüzeysel bilgi aktarımının ötesinde, anlam derinliği ve hikmet arayışı göze çarpar ve ‘Arif olma’ durumu karşımıza çıkar ki bu, insanın yalnızca yüzeysel bilgiyle değil, anlam derinliğiyle buluşmasını ifade eder. Arif olmak, bilgiyi kalp ve ruh süzgecinden geçirerek onu özümsemek anlamına gelir. Akıl, kalp ve ruh; bu modelin birbirini tamamlayan üç temel sütununu oluşturur. İnsan, akıl yoluyla bilgiyi elde eder, sorgular ve üzerinde düşünür. Ancak aklın tek başına varlığı, bilginin yeterince derinleşmesini sağlamaz. Maarifin dirilişi, modern dünyanın ruhsuz mekanizmalarına karşı bir direniş niteliği taşır.
Bugün bilgi, veri yığınları ve ezbere dayalı bir şekilde bireyin zihnine aktarılan, ancak kalp ve ruh boyutundan yoksun bir hale gelmiş durumda. Eğitim sistemlerinin bu eksikliği, bireylerin anlam arayışını ve varoluşlarını sorgulamalarını engeller hale gelmiştir.
Maarifin dirilişi, modern dünyanın ruhsuz eğitim anlayışına bir başkaldırıdır. Bilgi, yalnızca akılla değil; kalp ve ruhla da bütünleştiğinde insanın varoluşuna derinlik katmaktadır. Akıl bilgiyi kavrar, kalp bilgiyi anlamlandırır, ruh ise bilgiyi hikmetle buluşturur. Bu bütüncül yaklaşım, bireyin kimlik ve kişilik inşasında hayati önemdedir. Bilginin gerçek anlamını bulabilmesi için kalbin sürece dahil olması şarttır.
Kalp, insanın iç dünyasını ve duygusal derinliğini temsil eder. Bilginin anlamlandırılması, sadece akıl süzgecinden geçerek değil, kalbin sürecine de dahil edilerek gerçekleşir. Kalp, bilgiyi özümsettirir ve ona insanî bir boyut katar. Kalp ve ruhun bu süreçteki rolü, eğitimdeki eksikliği gidermek için hayati önem taşır. Bilgi, ancak bu boyutlar işin içine katıldığında bireyin varoluşuna dokunur ve gerçek bir dönüşüm sağlar.
Sağlık Bakanı Doktordan, Adalet Bakanı Hukukçudan, İçişleri Bakanı Vali ve emniyet kökenliden olurken Milli Eğitim Bakanları her meslekten olmuştur. Bunun için eski tabirle tebeşir tozu yutmuş, sınıf ortamını teneffüs etmiş, kalbi, ruhu ve aklı milli mefkûre ile yoğrulmuş bakan ve yöneticilere ihtiyaç vardır.
Yararlanılan Yazarlar: Yusuf Kaplan, Ali Erkan Kavaklı, Ahmet Maranki