Pakistan-Hindistan Çatışmasında Pekin’in Tarihsel Konumu

Pakistan ve Hindistan arasında Keşmir bölgesi merkezli olarak yeniden alevlenen askeri gerilim, sadece Güney Asya’da istikrarı tehdit etmiyor; aynı zamanda Çin’in bölgesel stratejisini de hem ilgilendirmekte hem etkilemektedir. Pekin’in bölgesel veya uluslararası krizlerde güncel tutumu “tarafsızlık” söylemi temelinde olsa da arka planda tarihsel olarak şekillenen güçlü bir taraflılık ve stratejik hesap içermektedir. Bu makalede Soğuk Savaş döneminden günümüze Çin’in bu iki ülkeyle ilişkilerine tarihsel düzlemde değinmeye çalışacağız.

MAO DÖNEMİ HİNDİSTAN: JEOPOLİTİK RAKİP

1949’da Çin Komünist Partisi’nin iktidarı ele geçirmesi sonrası Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra Mao Zedong önderliğindeki Pekin yönetimi, komşu ülkelerle olan ilişkilerini anti-emperyalist ve devrimci ideolojisiyle şekillendirdi.

1955’teki Bandung Konferansı her ne kadar Çin-Hindistan ilişkileri açısından umut vadeden bir “Üçüncü Dünya Dayanışması” atmosferi yaratmış olsa da bu birlik ruhu uzun soluklu olamadı. Bandung Konferansı’nda Çin Başbakanı Zhou Enlai ile Hindistan Başbakanı Nehru’nun sergilediği sıcak diplomatik temaslar (bundan kısa bir süre önce iki ülkenin “Barış İçinde Bir Arada Yaşamanın 5 Temel İlkesi” duyurulmuştu), kısa sürede yerini güvensizlik ve bölgesel rekabete bıraktı. Çin açısından, Hindistan’ın emperyalizm karşıtı söylemlerine rağmen Tibet meselesinde izlediği tutum, bağlayıcı olmayan bir tarafsızlık değil, fiili bir karşı cephe tutumu olarak algılandı diyebiliriz.

Bu durumu etkileyen bir diğer durum da Hindistan-Sovyetler Birliği ilişkilerinin oldukça samimi olmasıydı. Oysa Stalin sonrası Sovyetlerin girdiği rota, Mao tarafından “Marksizme ihanet” olarak nitelendirilmekteydi. Çin-Sovyet ayrışması, bölgeyi ve dünyayı etkileyen en önemli jeopolitik kırılmaydı. 1956’da Nikita Kruşçev’in Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin 20. Kongresi’nde Stalin’i eleştirmesiyle başlayan fikir ayrılığı, zamanla derin bir stratejik ve hatta sınır bölgelerinde çeşitli askeri çatışmalara dönüştü. Mao liderliğindeki Çin, Sovyetlerin “barışçıl geçiş ve revizyonist” politikalarını sert bir biçimde eleştirmiş; Sovyetler Birliği’ni giderek kapitalist sistemle uzlaşan bir “sosyal-emperyalist” güç olarak tanımlamaya başlamıştır. Çin, gerçek sosyalist mücadelenin devrimci çizgiden sapmaması gerektiğini savunurken, Hindistan’ın Sovyetlerle olan yakın ilişkisi bu ideolojik kampa dahil edilerek eleştirilmiştir.

Doğal olarak Hindistan, Çin açısından hem bölgesel jeopolitik bir rakip hem de ideolojik olarak mücadele edilmesi gereken bir ülke olmuştur. Nihayet 1959 yılında Tibet’te patlak veren isyanın ardından 14. Dalay Lama’nın Hindistan’a sığınması, Çin açısından bardağı taşıran son damla olmuştur. Akabinde 1962’de, dünya ABD- Sovyetler arası Küba Füze Krizi’ne odaklanmışken Çin, Himalayalar’da Hindistan birliklerine saldırmış ve 20 gün süren asker çatışmalar sonucunda Aksai Chin bölgesinde tam egemenlik kurmuştur.

1962’de Çin ile Hindistan arasındaki savaşın hemen ardından Pakistan, bu çatışmadan yararlanarak Çin’le ilişkilerini hızla geliştirmiştir. Çin de Hindistan karşısında yalnız kalmak istemediğinden Pakistan’ı doğal bir ortak olarak değerlendirmiştir. Bu bağlamda:

  • 1963 yılında Pakistan ile Çin arasında Xinjiang-Gilgit-Baltistan sınırında bir sınır anlaşması imzalandı. Bu anlaşmayla Çin, tartışmalı Keşmir bölgesinde Pakistan lehine pozisyon aldı ve bu Hindistan’ın büyük tepkisini çekti.
  • Çin ilk kez Pakistan’ın Keşmir üzerindeki pozisyonunu fiilen tanımış oldu. Bu, Hindistan için hem diplomatik hem de stratejik bir kayıptı.

Çin’in bu dönemde Pakistan’a nükleer teknoloji ve balistik füze teknolojisi sağlayarak fiili olarak jeopolitik dengeyi Hindistan aleyhine kurmaya çalışmıştır.

DENG XİAOPİNG VE SONRASI: EKONOMİK PRAGMATİZM

Mao dönemi sonrası Deng Xiaoping’in Çin’de “de facto” lider olmasıyla ülke hem sosyalizmin inşası hem de dış politikada önemli konsept değişikliğine gitmiştir. Deng dönemi Çin’in dış politika felsefesinin özeti “dikkat çekmeden ekonomik gelişmeye önem verme” olarak adlandırılan “düşük profil, sabırlı kalkınma” (韬光养晦) stratejisidir. “Reform ve Dışa Açılma” ile birlikte Çin, Hindistan ile askeri gerginliği azaltma ve pragmatik bir temelde ekonomik ilişkileri artırma çabasına yönelmiştir.

1988 yılında Hindistan Başbakanı Rajiv Gandhi’nin Pekin ziyareti, iki ülke arasındaki buzların çözülmesinde önemli bir dönüm noktası oldu. Bu ziyaret sırasında Deng Xiaoping, Gandhi’ye şu meşhur sözünü söyledi: “Çin ve Hindistan birlikte hareket ederse, dünya sarsılır.” Deng, ideolojik farklılıklardan ziyade ekonomik kalkınmanın altını çizmiş ve “yüzyıllık kalkınma fırsatının” heba edilmemesi gerektiğini vurgulamıştır.

Gandhi’nin ziyareti sırasında taraflar, sınır sorununu “uygun bir zamanda çözmek üzere” dondurma ve bu esnada ikili ilişkileri özellikle ekonomik, bilimsel ve kültürel alanlarda geliştirme konusunda anlaştılar. Bu anlaşma, Çin-Hindistan ilişkilerinde ideolojiden uzak, reelpolitik temelli yeni bir dönemi başlattı. 1989’dan itibaren karşılıklı heyet değişimleri, ticaret görüşmeleri ve kültürel iş birlikleri artış gösterdi.

PAKİSTAN: ‘DEMİR KARDEŞ’

Pakistan, Çin Halk Cumhuriyeti’ni tanıyan ilk Müslüman ülkelerden biridir ve 1951 yılında diplomatik ilişkiler resmen kurulmuştur. Bu dönemde Hindistan ile ilişkiler henüz bozulmamıştı, ancak özellikle Tibet ve sınır meseleleri gibi konular üzerinden Çin-Hindistan ilişkileri gerginleşirken, Pakistan-Çin ilişkileri istikrarlı bir şekilde gelişmiştir.

Mao sonrası dönemde, özellikle 1970’lerde Çin-Pakistan ilişkileri daha da güçlendi. ABD ile Çin arasında diplomatik açılımın önünü açan 1971 Henry Kissinger ziyaretinin, İslamabad üzerinden sağlanmış olması, Pakistan’ın Çin dış politikasındaki kilit rolünü perçinledi. Çin, Pakistan’a olan minnettarlığının bir ifadesi olarak bu ülkeye nükleer teknoloji, savunma sanayi yatırımı ve diplomatik destek vermeye devam etti.

1990’lı yıllardan itibaren Çin, Pakistan’ı yalnızca Hindistan’a karşı bir denge unsuru olarak değil, aynı zamanda Orta Asya, Körfez ve Hint Okyanusu’na açılan bir stratejik ortak olarak görüyordu. Bu dönemde iki ülke arasında “her koşulda dayanışma” temelinde bir ilişki inşa edildi. Çinli liderler, Pakistan’ı “her türlü hava koşuluna dayanıklı dost” ve “demir kardeş” (铁杆兄弟) olarak tanımlamaya başladı.

Günümüzde de Pakistan, Kuşak ve Yol Girişimi yatırımları açısından oldukça kilit bir ülkedir. Çin-Pakistan Ekonomi Koridoru (CPEC), Pakistan’a 62 milyar dolara yakın bir yatırım girişimidir. Pakistan, Çin için Hint Okyanusu’na erişim açısından stratejik bir geçittir. Çin’in günlük 14 milyon varil ham petrol tüketimi vardır ve bunun yüzde 80’i Malakka Boğazından geliyor. Bu boğaz Güney Çin Denizi ile Hint Okyanusu’nu birbirine bağlayan en kısa ve en yoğun deniz geçiş hattıdır. Çin açısından ABD’nin burada olası bir blokajına karşı Gwadar Limanı oldukça önemlidir.

HİNDİSTAN, BRICS, ŞİÖ: İŞBİRLİĞİ Mİ REKABET Mİ?

“Asya’nın en büyük demokrasisi” olarak nitelendirilerek ABD’nin Hint-Pasifik stratejisinde özel bir yere konumlandırılmaya çalışılan Hindistan, bir yandan da Çin ile birlikte Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ve BRICS içerisinde yer almaktadır. Hindistan bir yandan da “Asya’nın NATO’su” denilen QUAD birlikteliği içerisinde ABD, Japonya ve Avustralya ile birlikte bulunmaktadır. Bu durum bile ülkenin jeopolitik konumunun karmaşıklığını net olarak göstermektedir.

Hindistan, BRICS’in kurucu üyelerindendir ve bu birliğin Batı merkezli finansal kurumlara alternatif olma hedefini büyük ölçüde desteklemektedir. Özellikle Yeni Kalkınma Bankası (New Development Bank) ve Acil Rezerv Fonu (Contingent Reserve Arrangement) gibi girişimlerde Çin ve Rusya ile birlikte etkin rol oynamaktadır.

Ancak Hindistan’ın BRICS içindeki pozisyonu, Çin’in giderek artan baskınlığı karşısında zaman zaman frenleyici bir role bürünmektedir. Hindistan, BRICS’in Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne (KYG) dolaylı meşruiyet kazandırmasına karşı çıkmakta ve bunun BRICS belgelerine doğrudan girmesini engellemektedir. Bunun temel sebebi, Çin-Pakistan Ekonomi Koridoru (CPEC)’in Keşmir üzerinden geçmesi ve Hindistan’ın egemenlik iddialarını ihlal etmesidir.

Uzun lafın kısası, Hindistan çok kutuplu uluslararası düzene evet ederken Çin’in burada baskın bir rol oynamasına karşı bir konum almaktadır. Ülkenin BRICS ve ŞİÖ içindeki rolü, hem Batı dışı sisteme ilgisini hem de Çin ile artan sistemsel rekabetini aynı anda yansıtmaktadır. Yeni Delhi, bu tür platformlara katılarak küresel Güney’in sesi olma iddiasını sürdürmekte, fakat Çin’in ekonomik ve siyasi baskınlığını sınırlamak için dengeleme stratejisi gütmektedir.

Bu durum, Çin tarafından da Hindistan’ın “stratejik belirsizlik üreten” ülke olarak nitelendirilmesine yol açmaktadır. Çinli siyaset yapıcıları içinde Hindistan’ın BRICS ve ŞİÖ’deki rolü bazen “destekleyici” değil “frenleyici” olarak değerlendirilmektedir.

ÇATIŞMA, ÇİN’İN ALEYHİNE

Güney Asya’da veya dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen bir çatışma, Çin açısından olumsuz durum oluşturmaktadır. Ülke, Xi döneminde daha aktif bir dış politika yönelimine girse de ülkenin aşırı üretim kapasitesi ve ticari ilişkileri temel alan yaklaşımı, çatışmalardan olumsuz etkilenmektedir.

Çin açısından Pakistan-Hindistan gerginliğinin belki de tek olumlu yanı, Pakistan’ın Çin yapımı J-10C savaş uçaklarını kullanarak Hindistan’a ait savaş uçaklarını düşürdüğünü açıklamasıdır. Bu durum, Çin’in askeri teknolojisinin etkinliğinin sahada test edilmesi açısından önemli bir gelişme olarak öne çıkmaktadır. Çin, Pakistan’ın en büyük askeri tedarikçisidir ve iki ülke JF-17 Thunder gibi ortak savaş uçağı geliştirme projelerine sahiptir.

Hindistan ise, 1,5 milyarlık nüfusu ile Çin için önemli bir devasa pazardır ve bunu düşmanlaştırma riski Pekin’i tedirgin etmektedir. İki ülkenin ticari hacmi 100 milyar doların üstündedir.

Çin’in Pakistan’la “demir kardeş” ilişkisi ve Güney Asya’da Bangladeş, Nepal ve Sri Lanka’da artan Çin yatırımları (liman, otoyol ve demiryolları projeleri), Hindistan açısından “arka bahçesinde” artan Çin nüfuzu demektir. Pekin, Hindistan ile ilişkilerde oldukça hassas ve ince bir çizgide tezahür etmektedir. Çin, Pakistan-Hindistan arasında açık bir savaş asla istememektedir çünkü bu durum hem bölge istikrarını tehlikeye atmaktadır hem de Hindistan’ın ABD’ye daha da yaklaşma riskini barındırmaktadır. Aynı zamanda, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında büyük altyapı projelerini de tehdit etmektedir.

Çin’in Hindistan-Pakistan gerilimindeki pozisyonu dengeli bir tarafsızlık söylemi ile birlikte Pakistan’a eğilimli stratejik destek şeklinde özetleyebiliriz. Çin, bu dengeyi kendi jeopolitik ve ekonomik çıkarları çerçevesinde korumaya çalışacaktır. Son kertede ise Çin açısından Pakistan stratejik bir dost, Hindistan ise bölgede jeopolitik rakip potansiyeli barındırmaktadır.

Orçun GÖKTÜRK
Pekin Uluslararası Ticaret ve Ekonomi Üniversitesi Doktora Adayı

Orçun GÖKTÜRK
Pekin Uluslararası Ticaret ve Ekonomi Üniversitesi Doktora Adayı