TARİHSELLİK ÜZERİNE
İslam, insanın fıtratına en uygun olan dindir. Selim akılla ve fıtratla bir çatışmaya girmez. Bu tespit, aslı bozulmamış, ilahi olma vasfını koruyan her din için geçerlidir. İslam’ın dışındaki dinler, Kur’an’ın beyan ettiği üzere tahrif olmuştur.[1] Haliyle bizim bu önermemiz diğer dinleri dışta tutmaktadır. Hahamlar ve papazlar kendi kafalarından bir takım kurallar koymak suretiyle başka bir din icat etmişler, sonra da onun bile kurallarını ihlal etmişlerdir.[2]
Muharref olduğu Kur’an tarafından açıkça beyan edilen dinler için semavi, ilahi veya İbrahimi ifadelerini kullanmak, batıl dinlere hak din muamelesi yapmaktır. Hz. İsa’ya gelen ilahi dinin sadece İsrail oğullarına gönderildiğini düşünecek olursak, sonraki süreçte bu dinin muharref biçiminin evrensel konuma çıkarılması anlaşılır gibi değildir. Hatta muharref biçimine; “İsa’nın yaşadığı vahiy tecrübesidir” demek ise tam bir misyonerlik çalışmasıdır.
*
Temelinde insanın müdahalesi olan ve ilahi olanı tebdil ve tahrif etmekle ortaya çıkan bu dinler fıtratla çatışmaya girmiştir. Hz. İsa’ya gelen İslam’ın tahrif edilmesiyle ortaya çıkan ve Pavlos’un öğretisi olan Hıristiyanlık; kaynakça, temel kavramlar, ritüeller, hayata bakış ve anlam verme hususlarında bünyesinde bulundurduğu çelişkilerden dolayı, “anlama ve yorumlama” konularında Hıristiyan ilahiyatçılar yeni doktrinler geliştirmişlerdir. Tarihsellik ve hermenötik de Hristiyanlığı anlama hususunda ortaya konan felsefi çalışmalardan ikisidir. Tarihsellik hakkında farklı farklı görüşler vardır. Hıristiyan kaynaklarını modern insana daha anlaşılır ve rasyonel bir zarf içerisinde sunmayı amaçlar. İçerisinde misyonerlik faaliyeti de vardır. Kiliseye hizmet etmektedir ve misyonerler tarafından desteklenmektedir. Esefle belirtelim ki Hıristiyanların kendi dinleriyle ilgili ortaya koydukları bu anlayış ülkemiz ilahiyatçıları tarafından bir dönem yaygın olan moda anlayışla ve hararetle savunulmuştur. Verili dünya sistemine dinin alternatif üretmemesi amaçlanmaktadır. “Batı insanlık ailesi içerisinde yer alabilmek için” İslâm’ın evrensel mesajlarından vazgeçmesi ve Batılı kurumlarla hesaplaşmaya girmemesi, tarihselcilik içerisinde Müslümanlara dayatılmıştır.
İlahiyatçı akademisyenler tarafından destek görmektedir. Müslüman toplumlarda ithal edilen tarihselliğin temelinde İslam’ı tarihe hapsetme ve günümüz olaylarına “İslam’ın bir şey söylemediğine inanma/inandırma” vardır. Türkiyeli ilahiyatçı tarihselciler çok daha ileri giderek lisans ve lisansüstü çalışmalarda; “Kur’an bize hiçbir şey söylemiyor” iddiasında bulunmuşlardır. Doktora derslerinde takip ettiğimiz Tevbe suresinin hitamında ilgili akademisyenin; “İşte gördüğünüz gibi Kur’an bize bir şey söylemiyor” diyerek ayetleri 610-632 yılları arasına mumyalaması imandan ve ilimden yoksun bir yaklaşımdır. Hayatın anlamlandırılmasını vahiy dışı sistemlere bırakan bu yaklaşım, Müslümanların iç dinamiklerini; imanlarını, ibadetlerini, İslâm’ı bir hayat tarzı olarak görmelerini, moderniteye karşılık alternatif bir medeniyet inşa edebilmelerini ve ilmi kurumlarını çökerttiği gibi, dünya finans sistemi merkezli liberal siyaset anlayışına da sınırsız bir iktidar ve meşruiyet alanı tanımıştır.
*
Unutmayalım ki surelerin ve ayetlerin iniş sebeplerini bilmek Kur’an-ı Kerim’i doğru anlamaya vesile olur. Hâl böyleyken, esbabı nüzulü mutlaklaştırmak suretiyle tefsiri sadece bundan ibaret bilmek ayetleri tarihe hapsetmeye neden olabilir. Tarihte bu hataya düşen müfessirler de olmuştur. Mesela; faizin, içkinin, hırsızlığın, fuhşun, tesettürün, kâfir velayetinden kaçınmanın, toplumda fitne çıkarmanın vb. hükümlerini ve neticelerini sadece bu ayetlerin iniş sebebine odaklayıp mutlaklaştırmak kötü niyetle olmasa da bir tür tarihsel anlamaya götürebilir. Bu bağlamda tefsiri sadece “Esbab-ı nüzul ilmini bilmek” diye ifade eden anlayışı tutmadığımızı belirtmek isteriz. Esbab-ı nüzul, vahyi doğru anlamaya yardım eden unsurlardan sadece birisidir. Tarihselciliği reddiye Konusuyla ilgili rivayet kitaplarında Huzeyfe b. Yeman’dan şöyle bir olay nakledilir. Hz. Huzeyfe’nin rivayetini çok önemsiyoruz. Kibar-ı sahabeden olduğu için Hz. Peygamberin bakışını yansıtması muhtemeldir. Zaten bu nedenle olay hadis kitaplarında yer almıştır. Şöyle ki; “Huzeyfe (r.)’ın yanında Maide suresinin 44. ayetiyle ilgili bir görüş beyan edilmiş ve ayetin sonundaki ‘Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle amel etmezse onlar kâfirdirler’ buyruğuna gelince orada bulunanlardan birisi “Bu ayet Yahudiler hakkında indirildi”, demiştir. Bunun üzerine Hz. Huzeyfe (r.), “Bu İsrail oğulları sizin ne güzel kardeşleriniz. Kur’an’dan güzel bir şey/müjde nazil olursa size; herhangi bir uyarı/tehdit nazil olursa onlara. Bu ayet bizler hakkında inmiştir. Hayır! Allah’a yemin ederim ki siz ayak bağlarınıza kadar” [3] Yahudileri körü körüne taklit edeceksiniz “[4] buyurmuştur. Hz. Huzeyfe, demek istiyor ki aynı durumlar sizin aranızda da meydana geldiğinde ayetteki hükümler sizin için de geçerlidir. Ayetin ifade ettiği hüküm, illetler aynı olduktan sonra neticenin herkesi bağlayacağıdır.
*
Kısacası Huzeyfe (r.), ayetin ifade ettiği hükmü işletmek istemeyip tek bir olayla ayeti dondurmak arzusundaki kişinin kötü niyetini sezip yukarıdaki açıklamayı yapmıştır. Böylece ayetleri tarihe hapsetmenin ve evrensel hükümler çıkarmamanın, ictihada kaynak yapmamanın doğuracağı yanlış sonuçları, bir sahabi olarak ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Aynı ayetle ilgili İbni Abbas’tan da şu nakil yapılmıştır: Maide suresinin 44, 45 ve 47. Ayetleri kendisine okunup ayet sonlarındaki; “… Allah’ın indirdiği hükümlerle amel etmeyenler; kâfirler, zalimler ve fasıklardır” ifadeleri hakkında birisinin, “onlar Ehli Kitap içindir” demesi üzerine İbni Abbas, ayetin tarihselleştirilmesine karşı çıkmış ve O da Hz. Huzeyfe gibi şu cevabı vermiştir: “Bu Ehli Kitap ne hoş insanlarmış! Kur’an’da müjdeli bir şey olunca size, acı ve azap içerikli bir şey olunca onlara öyle mi? Unutmayın! Kim ki Allah’ın bir hükmünü inkâr edecek olursa küfre girer.” Kur’an’ın en büyük müfessirlerinden İbni Mesud da; “Bu ayetler Yahudiler ve Hristiyanlar dahil herkes hakkında umumidir” demiştir.(5)
*
Tarihselliğe reddiye bağlamında Abdullah b. Abbas’tan gelen şu rivayette oldukça önemlidir: Hırsıza verilecek cezayı muhtevi Maide suresinin 38. Ayetiyle ilgili; hüküm umumi mi? Yoksa hususi mi? Diye sorduklarında, İbni Abbas; “Umumidir” cevabını vermiştir.[16] Bu bakış ahkâmın evrenselliği ile ilgili oldukça önemlidir. Kanaatimize göre sahabe bu bakışı vahyin bizzat kendi gönderiliş amacından ve Resulullahın bakışından çıkarmıştır.
———–
[1] Bak: Bakara 2/75; Maide 5/13,41.
[2] Bak: Hadid 57/27.
[3] Taberi, Camiu’l-Beyan, c.IV, s.593.
[4] Hakim, Müstedrek, h.no: 3218, c.II, s. 342.
[5] Zemahşeri, Keşşaf, c. I, s. 625.
(6)İbni Kesir, Tefsir’u-l Kur’an’i-l Azîm, c. II, s. 52.