ABD’nin Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi ve Türkiye İçin Fırsatlar

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump’ın imzasıyla Kasım 2025’te yayımlanan Ulusal Güvenlik Stratejisi, klasik bir politika belgesinin çok ötesinde, II. Dünya Savaşı sonrasında inşa edilen Amerikan merkezli liberal uluslararası düzenin fiilen terk edildiğini ilan eden tarihsel bir kırılma metnidir. Washington bu belgeyle, yetmiş yılı aşkın süredir sürdürdüğü küresel jandarmalık rolünden geri çekildiğini, dünyayı “dönüştürme” iddiasından vazgeçtiğini ve artık yalnızca kendi egemenliğini, refahını ve iç bütünlüğünü merkeze alan bir devlet aklına geçtiğini açıkça beyan etmektedir. ABD, küresel liderlikten vazgeçtiğini doğrudan söylemese de, yükümlülüklerini “ulusal çıkar” süzgecinden geçirerek dramatik biçimde daraltmakta; müttefiklik ilişkilerini değerlerden değil, maliyet–fayda hesabından okuyan yeni bir dönemi başlatmaktadır. Kendi ifadesiyle bu bir “Yeni Altın Çağ” vaadidir; fakat bu çağ, Washington için altın, müttefikleri için ağır bir bedel anlamına gelmektedir.
2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi, Trump’ın ilk döneminde slogan düzeyinde kalan “America First” yaklaşımını bu kez kurumsal, sistematik ve bağlayıcı bir devlet doktrinine dönüştürmektedir. Güç projeksiyonu yerini güç muhafazasına, küresel sorumluluklar yerini iç tahkime bırakmaktadır. Ekonomi artık güvenliğin tamamlayıcı unsuru değil, bizzat kendisi olarak tanımlanmaktadır. ABD, yeniden sanayileşmeyi, tedarik zincirlerini ülke içine çekmeyi ve üretim kapasitesini stratejik bir savunma hattı olarak görmektedir. Enerji alanında iklim ideolojilerinin terk edilmesi, petrol, doğal gaz ve nükleer üretimin bir jeopolitik silah gibi ele alınması; ticarette ise gümrük tarifelerinin klasik ekonomi araçları değil, ulusal savunma mekanizmaları olarak sunulması bu zihniyet değişiminin en net göstergeleridir.
Jeopolitik düzlemde belgenin en çarpıcı yönü, ABD’nin Monroe Doktrini’ne fiilen geri dönüşüdür. Batı Yarımküre, yeniden Amerika’nın münhasır nüfuz alanı olarak tanımlanmakta; Çin ve Rusya başta olmak üzere kıta dışı güçlerin Latin Amerika ve Karayipler’deki askerî ve stratejik varlığına açık bir meydan okuma getirilmektedir. Bu yaklaşım, ABD’nin dünyayı kontrol etmekten vazgeçip kendi kalesini sağlamlaştırma arzusunun ifadesidir. Küresel sahnede aktif liderlik yerine “Fortress America” anlayışı hâkimdir.
İttifak ilişkileri açısından ise belge adeta bir kopuş manifestosudur. NATO müttefiklerinden savunma harcamalarını GSYİH’nin yüzde 5’ine çıkarmalarını öngören ve “Lahey Taahhüdü” olarak sunulan talep, ABD’nin artık kimseyi bedelsiz korumayacağını ilan etmektedir. Bu oran, Soğuk Savaş yıllarındaki yük paylaşımının dahi üzerindedir ve özellikle Avrupa için stratejik bir şoktur. Washington açıkça şunu söylemektedir:
Parayı veren korumayı alır, geri kalan kendi başının çaresine bakar.
Bu belge, Clinton’dan Biden’a uzanan önceki tüm strateji metinlerinden köklü biçimde ayrılmaktadır. Liberal enternasyonalizmin, demokrasi ihracının, rejim değiştirme operasyonlarının ve “kurallara dayalı düzen” söyleminin yerini egemenlikçi realizm almıştır. ABD artık dünyayı “nasıl olması gerektiği” üzerinden değil, “olduğu haliyle” kabul ederek, bu kaostan en az zararla ve en fazla kazançla çıkmanın yollarını aramaktadır. Sonsuz savaşlar dönemi, en azından Amerikan perspektifinden, resmen kapanmıştır.
Bu büyük geri çekilişin Türkiye açısından anlamı ise yüzeysel okumaların çok ötesindedir. Belgenin Türkiye’ye yalnızca bir kez, Suriye bağlamında atıf yapması, ilk bakışta bir önemsizleştirme gibi algılanabilir. Oysa stratejik düzeyde bu, Ankara için son derece kıymetli bir “sessizliktir”. ABD, Ortadoğu’dan çekilirken bölgeyi bir kaos alanı olarak değil, güçlü ve kapasitesi yüksek yerel aktörlere devrederek ayrılmak istemektedir. Türkiye’nin bu bağlamda “hizaya sokulacak bir müttefik” değil, bölgeyi stabilize edecek bir ortak olarak kodlanması, özellikle Suriye ve Irak sahasında Ankara’nın hareket alanını genişletmektedir. Washington’ın artık ulus inşasıyla ilgilenmediğini ilan etmesi, Türkiye’nin sınır ötesi güvenlik politikaları üzerindeki Amerikan frenlerinin gevşemesi anlamına gelmektedir.
NATO müttefiklerine dayatılan yüzde 5’lik savunma harcaması kuralı ise Türk savunma sanayii için tarihsel bir fırsat penceresi açmaktadır. Avrupa ekonomilerinin durgunluk içinde olduğu, sosyal refah devletlerinin bu devasa bütçeleri karşılamakta zorlandığı bir dönemde, maliyet-etkin, sahada kendini kanıtlamış ve NATO standartlarına uyumlu Türk savunma ürünleri ciddi bir alternatif hâline gelmektedir. SİHA’lardan zırhlı araçlara, mühimmattan elektronik harp sistemlerine kadar geniş bir yelpazede Türkiye, Batı ittifakının ana tedarik merkezlerinden biri olma potansiyeline sahiptir.
Belgede kurgulanan ve Haziran 2025’te gerçekleştirildiği belirtilen İran’a yönelik “Gece Yarısı Çekici” operasyonu, Tahran’ın nükleer kapasitesinin ortadan kaldırıldığını varsaymakta ve İran’ı bölgesel denklemde zayıflatılmış bir aktör olarak resmetmektedir. Böyle bir senaryo, ABD’nin çekildiği Ortadoğu’da ciddi bir güç boşluğu anlamına gelir. Bu boşluğu doldurabilecek askerî, siyasi ve lojistik kapasiteye sahip yegâne aktör ise Türkiye’dir. Bu durum, Irak’ta Kalkınma Yolu projesinden Suriye ile olası normalleşme süreçlerine kadar Ankara’nın elini stratejik olarak güçlendirmektedir.
Ukrayna savaşı konusunda da ABD’nin yaklaşımı nettir: Savaşın uzaması Amerikan çıkarlarına hizmet etmemektedir. Rusya ile “stratejik istikrar” yeniden tesis edilmeli, çatışma sona erdirilmelidir. Bu yaklaşım, Türkiye’nin arabuluculuk rolünü ve Karadeniz’de Montrö hassasiyeti üzerinden kurduğu denge siyasetini daha da değerli kılmaktadır. ABD’nin geri çekildiği her alanda, Türkiye’nin diplomatik ve stratejik ağırlığı artmaktadır.
Elbette bu yeni dönemin riskleri de vardır. ABD’nin artan ticari korumacılığı, Türk ihracatçıları için yeni engeller doğurabilir. Ayrıca Washington’ın müttefiklerinden Çin ile teknolojik bağlarını koparmalarını istemesi, Türkiye’nin Kuşak ve Yol üzerindeki konumunu daha hassas bir denge oyununa zorlayacaktır.
Sonuç olarak 2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi, Türkiye’ye ABD’ye rağmen değil, ABD’nin yokluğunda büyüme ve oyun kurma imkânı sunmaktadır. Washington sahneden tamamen çekilmiyor; tribüne çıkıyor. Sahayı ise risk almayı, maliyet üstlenmeyi ve düzen kurmayı kabul eden aktörlere bırakıyor. Türkiye, askerî kapasitesi, savunma sanayii, diplomatik esnekliği ve bölgesel tecrübesiyle bu yeni oyunun en hazır oyuncularından biridir. Belgedeki o tek cümlelik atıf, aslında Ankara’ya yöneltilmiş sessiz ama net bir mesajdır: Bölge senin, gereğini yap.

