CİHADLA İLGİLİ BİR YANLIŞI DÜZELTELİM

Bu sorunun cevabı, Kur’an-ı Kerim’in zikrettiği peygamber kıssalarında, cihad ve türlerini konu edinen ayetlerde ve Peygamber Efendimizin vermiş olduğu mücadelenin içerisindedir. Allah Teâlâ tarafından Müslümanlara hakiki ve sağlam temelli bir ahlaki sosyopolitik düzen kurma görevi yüklenmiştir. Böyle bir düzenin kurulması için çalışma fıkhını Yüce Allah’ın emretmesiyle bizzat Hz. Peygamber belirlemiştir. Onun çalışması; tevhidî, ilkeli, beyatli, gündemli, fıkıhlı, ahlaklı, çözümlü, planlı, kadrolu, hâkimiyet odaklı, yakın ve uzak hedefleri belli, yerel ve evrensel bir harekettir. Bu ifadelerle cihadın tamamen fıkha dayandığını belirtmek istiyoruz.

Fıkıhlı bir hareketin özünde ve uygulamasında ahlak, rikkat, nezaket, sabır, insanilik, merhamet ve adalet vardır. Bu ibadetin icrasında Müslümanlar haksız yere bir karıncayı bile incitmezler. Cihadın aleyhinde konuşanlar, Müslümanları cihattan soğutmak suretiyle önce alanı boşaltıp sonra da orada hâkimiyet kurmak veya kâfir hâkimiyeti tesis etmek isteyen İslâm düşmanlarıdır. Bütün bunlardan dolayı cihat ibadetinin aleyhinde konuşmak din karşıtlarının ortak sıfatlarıdır. “وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء ثُمَّ لاَ تُنصَرُونَ ” “Kâfirlere sakın ha sempati duymayın. Aksi hâlde, cehennemi boylarsınız.”[1] Buyuran Allah Teâlâ, mü’minlerden saflarını belirlemelerini istemiştir. Çünkü kâfirin değil yanında bulunmak, ona sempati duymak bile bir saf belirleme olduğuna göre, bu inceliği Müslümanların iyi düşünmesi gerekir. Bu yaklaşıma göre Kur’an’daki iki yüzden fazla ayet, kâfirlerle aynı safta durmamayı ve onların hiçbir türüne velayet vermemeyi; velayeti tamamen Müslümanlara devretmeyi emretmektedir.

Müslümanların velayeti altında bulunmayan coğrafyalarda İslâm’ın hâkimiyeti değil mahkûmiyeti söz konusudur. Bu tespitten hareketle Cihadın farziyetinin türünü dinin hâkim veya mahkûm vaziyette olması belirler. Dinin mahkûm olma durumuna göre verilen fetva şöyledir: “Din kişinin kendi ülkesinde yenik bırakılmışsa, Allah’ın dini terkedilip geçersiz kılınmışsa ve apaçık olarak haramlar, ahlaksızlıklar alıp yürümüşse, Allah’ın belirlediği çizgi çiğneniyorsa veya kişinin yurdu İslâm yurdu olmuş ama civar ülkeler tarafından yıkılma tehlikesi varsa bu gibi durumlarda bu çalışma; cihat farz-ı kifaye değil, tam bir farz-ı ayın olur.”[2]

Cihadın önemi ve farziyeti ile ilgili düşülen hataların temelinde, bu ibadetin Mekki olmayıp Medeni oluşuna inanma ve bu yanlış inanç ve bilgiyi insanlara dayatma düşüncesi vardır. Böyle bir inancın doğurduğu iki temel yanlış söz konusudur ki bu yanlışlara alan uzmanı akademisyenlerde düşmektedirler. Düşülen yanlışlar:

a. Cihat, dârülharpte farz değildir.

b. Cihat sadece kıtalden/fiili savaştan ibarettir.

Şurası unutulmamalı ki cihat kelimesi genel bir kavramdır; mükatele ve Allah yolunda mücadele ile ilgili diğer bazı temel kavramlar cihadın türleridir. Bu zaviyeden bakarsak, cihadın Mekki bir ibadet olduğunu görürüz. Ayrıca, “cihat” kavramının geçtiği Mekki ayetler de vardır. İddiamızı ispat bağlamında cihadın Mekki bir ibadet oluşuyla ilgili ayetleri şöyle sıralayabiliriz:

İlk gelen surelerden Müddessir suresinde Yüce Allah, Nebisine; “قُمْ فَاَنْذِرْ” “Kalk ve insanları uyar.”[3] Emrini vermiş ve Müzzemmil suresinde de; “وَاصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَاهْجُرْهُمْ هَجْرًا جَمٖيلًا” “Müşriklerin (yaptıklarına ve) söylediklerine karşı dirençli ol, onlardan en güzel şekilde ayrıl.”[4] buyurmuştur. “فَلَا تُطِعِ الْمُكَذِّبِينَ” “Allah’ın ayetlerini yalanlayanlara itaat etmemeyi”[5] emreden Rabbimiz, Resulü’nün cihad performansını şöyle resmetmiştir: “لَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَّفْسَكَ أَلَّا يَكُونُوا مُؤْمِنِينَ” “(Müşrikler) iman etmeyecekler diye (gayretinden ve üzüntünden) neredeyse kendini helak edeceksin.”[6] Allah’ın dinini tebliğ edip dine göre hayatı anlamlandırma gayretine giren Hz. Peygamber, cihadına; “وَاَنْذِرْ عَشٖيرَتَكَ الْاَقْرَبٖينَ” “En yakın akrabalarını uyar”[7] emriyle başlamıştır.

Bu süreçte; فَلَا تُطِعِ الْكَافِرٖينَ وَجَاهِدْهُمْ بِهٖ جِهَادًا كَبٖيرًا “Hiçbir kâfire itaat etme ve onlara karşı en büyük cihad olan Kur’an’la (ondan deliller getirerek ve onu hayata hâkim kılarak) cihad et.”[8] Buyruğuyla hareket etmiştir. “فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِكٖينَ” “Emrolunduğu şeyleri beyinleri çatlatırcasına tebliğ edip müşriklerden yüz çeviren”[9] Hz. Muhammed (s.a.v.) ve sahabileri “Zulme uğradıklarında birbirleriyle yardımlaşmışlar; yerine göre intikamlarını almışlardır.”[10]

Allah’ın Elçisi (s.a.v.) bütün bu faaliyetlerini gerçekleştirirken ilahî denetim ve program dâhilinde çalışmış; her davranışının ilkeli ve fıkıhlı olmasını sağlamıştır. Onun davet ve cihadının fıkhını şu ayet en mükemmel şekilde belirlemiştir: “اُدْعُ اِلٰى سَبٖيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّتٖى هِىَ اَحْسَنُ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَبٖيلِهٖ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَدٖينَ” “Rabbinin yoluna hikmetle (zihinleri tatmin ederek, olayların arka planlarını açıklayarak ve söylediklerini yaşayarak) davet et; en güzel biçimde öğüt ve nasihat vererek çağır. Müşriklerle, cihadın en güzeliyle (şartlar neyi gerektiriyor ve uygun olan ne ise onunla) cihad et.”[11] Bu uğurda bir saldırı veya zulüm gelirse, zalime boyun eğmek yoktur.

Zulme karşı tavır; “وَاِنْ عَاقَبْتُمْ فَعَاقِبُوا بِمِثْلِ مَا عُوقِبْتُمْ بِهٖ وَلَئِنْ صَبَرْتُمْ لَهُوَ خَيْرٌ لِلصَّابِرٖينَ” “Eğer müşrikler sizi cezalandırırlarsa siz de cezalandırıldığınız şeyin aynıyla onları cezalandırınız.”[12] buyruğuyla belirlenmiştir. En pasif tavır olarak, İslâm aleyhtarı eylemlerin ve konuşmaların yapıldığı meclislerin terk edilmesi istenmiştir[13] ki bu da bir cihadtır; kâfirlere karşı konulması gereken çok önemli bir tavırdır. Müşriklere karşı Müslümanların “surat asma” haklarını kullanmalarıdır.

Cihad, diğer ibadetler gibi kişinin şahsına emredilen bir ibadettir ve farzdır. Bu ibadeti hakkıyla icra eden kimse emniyetlerini; din, mal, akıl, can ve namus olmak üzere garanti altına aldığı gibi, yaşadığı ülkedeki velayeti de mü’minlere tevdî ederek hukukun kaynağının vahiy olmasını sağlamak suretiyle kendisi ve nesli hakkında potansiyel küfür tehlikesini bertaraf etmiş olur. Aksi hâlde, diğer ibadetlerde olduğu üzere Allah’ın bizim cihadımıza da ihtiyacı yoktur. “وَمَنْ جَاهَدَ فَاِنَّمَا يُجَاهِدُ لِنَفْسِهٖ اِنَّ اللّٰهَ لَغَنِىٌّ عَنِ الْعَالَمٖينَ” “Kim hakkıyla cihad ederse kendi (kurtuluşu) için etmiş olur.”[14] Cihadın neticesinde Yüce Allah; “Kendi yolunda mücahede edenlere doğru yolunu/hidayetini lütfeder.” Bu ayette cihad ehli, hakkın dili ve gözü olmak suretiyle fert ve topluma, itikadi, siyasi, iktisadi, ahlaki ve hukuki referans olarak gösterilmiştir.

İslâm’a göre, cihad etmeyen kimse topluma kılavuzluk yapamaz. Cihadla ilgili bu Mekki ayetlere, davet önderi peygamberlerin tevhidi hâkim kılma mücadelesindeki kıssalarını ve hareket fıkıhlarıyla ilgili ayetleri de katarsak cihadın Mekkiliğini daha da perçinlemiş oluruz. Daha da önemlisi risalet görevini alır almaz Peygamber Efendimizin Mekke’deki vermiş olduğu fiili mücadele cihadın Mekkî oluşunun en önemli kanıtıdır. Mekke Dönemi’nde cihad; malla, dille; tebliğ, davet, inzar ve tebşir yöntemleriyle icra edilmiş ve İslâm’a davete ağırlık verilmiştir. Daha açık bir söylemle cihad, hayatı vahiyle anlamlandırma mücadelesini fıkıhlı bir şekilde vermek olduğuna göre, şeklini hayatın seyri içerisinde hareket önderi İslâm uleması belirler. Böyle bir ibadetin tanımını bile doğru yapmaktan aciz zevatın cihadı sadece mukateleye indirgemesi herhâlde cehalettir.

[1] Hud 11/113.

[2] Mevdudi, er-Resail ve’l-Mesail, c.III, s.379.

[3] Müddessir 74/2.

[4] Müzzemmil 73/10.

[5] Kalem 68/8.

[6] Şuara 26/3; Bak: Kehf 18/6.

[7] Şuara 26/214.

[8] Furkan 25/52.

[9] Hicr 15/94.

[10] Şura 42/39.

[11] Nahl 16/125.

[12] Nahl 16/126.

[13]Bak: En’am 6/68.

[14] Ankebut 29/6.