Doğu Akdeniz’de Stratejik Dönüşümün Ayak Sesleri
Doğu Akdeniz’in güç dengeleri, Türkiye ile Suriye arasında resmi olarak dillendirilen bir deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşması beklentisiyle köklü bir değişimin eşiğindedir. Bu hamle, bölgenin karmaşık dinamiklerini derinden etkileyecek ve stratejik bir dönemeç niteliği taşımaktadır. Gündeme gelen bu olasılık, yalnızca on yılı aşkın süredir gergin olan komşuluk ilişkilerinde bir normalleşme adımı olmanın çok ötesinde, tüm bölgenin enerji ve egemenlik haritasını yeniden şekillendirecek güçlü bir potansiyel barındırmaktadır. Ankara için bu anlaşma, ulusal çıkarları korumak üzere geliştirilen Mavi Vatan doktrininin en kritik halkalarından birini, güney sınırında oluşturacağı yeni ve kalıcı hukuki zeminle tamamlama hedefini ifade etmektedir.
Bu stratejik hamlenin kökenlerini anlamak için, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) uzun süredir devam eden tek taraflı adımlarını hatırlamak gerekir. GKRY, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) tüm itirazlarına ve Kıbrıs Türk toplumunun doğal kaynaklar üzerindeki eşit haklarına rağmen Mısır, Lübnan ve İsrail ile anlaşmalar imzalayarak Türkiye’nin kıta sahanlığını ihlal eden bir oldubitti yaratmaya çalıştı. Bu diplomatik halkaya Yunanistan’ı da ekleyerek; Avrupa Birliği (AB), ABD ve Fransa gibi aktörlerin desteğiyle Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de yalnızlaştırmaya ve dar bir alana hapsetmeye yönelik bir çevreleme stratejisi güttüler. Türkiye’nin tüm tarafların katılımıyla hakkaniyet temelinde bir bölgesel konferans düzenlenmesi teklifi ve Kıbrıs Türk tarafının BM gözetiminde ortak bir komisyon oluşturulması önerisi de bu maksimalist anlayış nedeniyle yanıtsız bırakıldı. Ancak bu strateji, Türkiye’nin 2019’da Libya ile imzaladığı tarihi deniz yetki alanı mutabakatıyla büyük bir darbe aldı. Bu anlaşma, Yunanistan’ın deniz yetki alanları üzerinden Kıbrıs’a ve Mısır’a uzanma hayallerini boşa çıkararak oyunun kurallarını yeniden yazdı.
Bugün ise bölgesel konjonktür Türkiye’nin lehine gelişmeye devam ediyor.
Türkiye-Mısır ilişkilerinin normalleşmesi ve Suriye’de 61 yıllık Baas rejiminin çökmesiyle ortaya çıkan yeni siyasi iklim, Ankara’nın elini daha da güçlendirdi. Bu gelişmeler Atina ve Güney Kıbrıs’ta ciddi bir endişeye yol açarken, Türkiye Cumhuriyeti Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu’nun Türkiye ile Suriye arasında bir deniz yetki anlaşması imzalanacağını açıklaması, bu stratejik dönüşümü söylentinin ötesine taşıyarak somut bir adıma dönüştürdü.
Bu tarihi anlaşma imzalandığında, her iki ülke için de devasa kazanımlar getirecektir. Suriye, yıllardır iç savaşın yaralarını sarmaya çalışırken, uluslararası hukuka göre avantajlı bir kıyı uzunluğuna sahip olan Türkiye ile yapacağı anlaşma sayesinde, GKRY’nin maksimalist taleplerine karşı çok daha geniş bir deniz yetki alanına sahip olacaktır. Bu, sadece bir harita çizgisi değil, aynı zamanda Suriye’nin geleceği için de bir anahtardır. Türkiye, Doğu Akdeniz’deki güçlü teknolojik altyapısı, sismik araştırma ve sondaj gemileri (Fatih, Yavuz, Kanuni gibi) ve derin tecrübesiyle, Suriye’nin deniz yetki alanlarındaki potansiyel enerji kaynaklarının hızla keşfedilip işletilmesini sağlayabilir. Ayrıca, Türkiye’nin İskenderun ve Mersin gibi gelişmiş limanları, Suriye’nin Akdeniz’e açılarak deniz ticaret ağını yeniden inşa etmesine ve ekonomik olarak ayağa kalkmasına paha biçilmez bir katkı sunacaktır.
Türkiye ve KKTC için ise bu anlaşma, diplomatik bir zaferden çok daha fazlasıdır. Libya anlaşmasıyla Mavi Vatan’ın batı kalkanını oluşturan Ankara, Suriye anlaşmasıyla doğu kalkanını da tamamlayarak kıta sahanlığını güneyden kesintisiz bir hatla güvence altına alacaktır. Bu durumun sahadaki en net sonucu, bölgede Türkiye ve KKTC’yi yok sayarak çizilen ve bir dayatma projesi olan “Sevilla Haritası”nın tamamen geçersiz kılınması ve fiilen “hukuki bir çöp” haline gelmesidir. Anlaşmanın Türkiye’ye yaklaşık 7.660 kilometrekarelik ek bir deniz yetki alanı kazandırması öngörülmekte, bu da egemen haklarımızın denizdeki somut bir yansıması anlamına gelmektedir. Kıbrıs Türkleri açısından ise bu gelişme, iki devletli çözüm modeline verilen dolaylı desteği artıracak ve KKTC’nin bölgedeki statüsünü güçlendiren bir etki yaratacaktır.
Özetle, Türkiye-Suriye deniz yetki alanı anlaşması, Mavi Vatan doktrininin bir sonraki mantıksal ve stratejik adımı olarak Doğu Akdeniz’de yeni bir dönemin kapısını aralamaktadır. Bu, Ankara’nın sadece kendi haklarını korumakla kalmayıp, komşularıyla işbirliği ve hakkaniyet temelinde bölgesel istikrarı da inşa ettiğini gösteren; Türkiye’nin bölgesel gücünü perçinleyen ve oyun kurucu rolünü geri dönülmez bir şekilde tescilleyen tarihi bir hamle olacaktır.