​Doha Zirvesi: Ortadoğu İçin Stratejik Milat

​Katar’ın başkenti Doha’da düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı – Arap Birliği Olağanüstü Ortak Zirvesi’nin ardından yayımlanan 25 maddelik bildiri, son yıllarda tanık olunan en net, en sert ve en stratejik diplomatik manifestolardan birini ortaya koymuştur.

Bu metin, daha önceki toplantıların ardından gelen alışılagelmiş “kınama” ve “endişe” beyanlarının çok ötesine geçerek, İsrail’in “Sınır Tanımayan Saldırganlık” olarak nitelediğimiz yeni doktrinine karşı kolektif bir karşı-doktrin ve somut bir eylem planı sunmaktadır. Zirve kararlarının önemi, birkaç temel ve tarihi nitelikteki maddede yatmaktadır:

Kolektif Güvenlik Paktı Niteliğindeki Duruş: Bildirgenin en çarpıcı ve stratejik açıdan en önemli yönü, 3. Maddede yer alan “Bu saldırının tüm Arap ve İslam devletlerine yönelik bir saldırı olduğunu teyit ederiz” ifadesidir. Bu, basit bir dayanışma mesajı değil, bir nevi “casus foederis” (saldırı nedeni) ilanıdır. Yani, bir üyeye yapılan saldırı, tüm üyelere yapılmış sayılmaktadır. Bu ilke, Arap ve İslam dünyasının on yıllardır süregelen dağınıklığını ve bireysel hareket etme alışkanlığını kırarak, İsrail’in “böl ve yönet” stratejisine karşı yekpare bir blok oluşturma iradesini ortaya koymaktadır. Bu, teoriden pratiğe geçebilirse, bölgedeki tüm güvenlik denklemini değiştirebilecek tarihi bir adımdır.

 

Eylem Odaklı ve Çok Boyutlu Karşı Hamleler: Bildirge, retorik düzeyde kalmayıp, İsrail’in saldırganlığına karşı çok katmanlı ve somut bir eylem planı sunmaktadır. Bu planın ayakları şunlardır:

​Hukuki ve Diplomatik Tecrit: Üye devletlere, İsrail’in BM üyeliğinin askıya alınması için çabaları koordine etme (Madde 16) ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin tutuklama kararlarını uygulama (Madde 24) gibi net talimatlar verilmesi, mücadeleyi uluslararası hukuk zeminine taşıma kararlılığını göstermektedir.

​Ekonomik ve Askeri Baskı: İsrail ile diplomatik ve ekonomik ilişkilerin gözden geçirilmesi, yaptırımlar uygulanması ve silah transferlerinin durdurulması çağrısı (Madde 15), normalleşme süreçlerinin dahi bu yeni doktrin karşısında anlamsızlaşabileceğinin ve ekonomik ilişkilerin bir silah olarak kullanılabileceğinin açık bir ilanıdır.

​Meşru Müdafaa Hakkına Tam Destek: Katar’ın BM Şartı uyarınca “atacağı tüm adımlarda ve alacağı tüm önlemlerde” yanında olunacağının belirtilmesi (Madde 3), pasif bir duruş yerine, saldırıya uğrayan ülkenin meşru müdafaa hakkına aktif ve kolektif bir destek verileceği mesajını içermektedir.

Stratejik Anlatının Yeniden Şekillendirilmesi: Zirve, İsrail’in “terörle mücadele” kisvesi altında yürüttüğü operasyonların meşruiyetini tamamen reddetmektedir. Bildiri, İsrail’i “cezasızlık politikası” izleyen, “uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden” ve “aşırıcı düşmanlığını” ortaya koyan bir aktör olarak tanımlamaktadır. Buna karşılık Katar, “bilge ve sorumlu” bir arabulucu olarak konumlandırılmış, İsrail’in saldırısı ise sadece Katar’a değil, barışı tesis etme çabalarının kendisine yapılmış bir sabotaj olarak çerçevelenmiştir. Bu, ahlaki ve hukuki üstünlüğü ele geçirme adına atılmış önemli bir adımdır.

Sonuç ve Değerlendirme

​Doha’da alınan bu kararlar, kağıt üzerinde, Arap ve İslam dünyasının İsrail politikalarında bir paradigma değişimine işaret etmektedir. “Kınama diplomasisi” döneminin sona erip, “kolektif caydırıcılık” dönemine geçiş iradesi ilk kez bu kadar net ortaya konulmuştur. Zirve, Netanyahu’nun “güç her şeydir, diplomasi gereksizdir” mesajına, “kolektif güç, tekil kural tanımazlıktan üstündür” yanıtını vermiştir.

​Ancak bu tarihi bildirgenin asıl sınavı, metnin mürekkebi kuruduktan sonra başlayacaktır. Bu 25 maddenin hayata geçirilmesi, üye ülkeler arasında benzeri görülmemiş bir siyasi, ekonomik ve askeri koordinasyon gerektirecektir. Bildirideki kararlılık, somut adımlara (İsrail büyükelçilerinin geri çağrılması, ekonomik anlaşmaların askıya alınması, uluslararası mahkemelerde ortak davalar açılması vb.) dönüşebilirse, İsrail’in “sınırsız saldırganlık” doktrini, sınırlarını bulmuş olacaktır. Aksi takdirde, bu metin, tarihteki yerini hayata geçirilememiş cesur bir niyet beyanı olarak alacaktır. Her halükarda Doha Zirvesi, ya Ortadoğu’da güç dengelerini yeniden yazan bir milat ya da büyük bir potansiyelin kaçırıldığı bir an olarak hatırlanacaktır. Karar, üye ülkelerin bundan sonra atacağı adımlarda saklıdır.

İşte bu tarihi bildirgenin kâğıt üzerinde kalmaması ve fiiliyata dökülmesi noktasında, en kritik rollerden biri Ankara’ya düşmektedir. Türkiye için liderlik, artık sadece en sert tepkiyi veren ülke olmanın ötesinde, bu ortak iradenin “uygulama motoru” olma sorumluluğunu üstlenmektir. Ankara’nın öncülüğü, zirve kararlarının takibi için diplomatik bir mekanizma kurulmasını teşvik etmek; ekonomik ilişkilerin gözden geçirilmesi ve uluslararası hukuk adımlarının atılması gibi kritik maddelerde ilk adımı atmak ve bununla birlikte, sert güç unsurlarını da denkleme dahil ederek askeri caydırıcılık seçeneğini masada tutmaktır. Bu, diplomasinin tıkandığı ve İsrail’in saldırganlığını sürdürdüğü bir senaryoda, “bir üyeye saldırının herkese yapıldığı” ilkesi uyarınca, orantılı ve meşru askeri operasyonlar da dahil olmak üzere tüm seçeneklerin değerlendirileceğinin sinyalini vermektir. Ankara, bu kararlılığı sergilerken sahip olduğu diplomatik ve kurumsal kapasiteyi de bu kolektif eylemi koordine edecek bir yol haritası sunmak için kullanmalıdır. Ankara’nın bu süreçte sergileyeceği çok boyutlu, proaktif ve sonuç odaklı liderlik, hem Doha ruhunu yaşatacak hem de Türkiye’nin bölgesel liderlik iddiasını retorikten somut bir gerçeğe dönüştürecektir.