Hz. MUHAMMED’SİZ (a.s.) MÜSLÜMANLIK PROJESİNE REDDİYE

(Lütfen sabırla okuyunuz)
Hz. Muhammed’e (s.a.v.) kadar gönderilen peygamberlerin tamamı bölgeseldir. Tek bir kavme peygamber olarak gönderilmişlerdir. Hz. Peygamber (s.a.v.) ise kendi zamanından kıyamete kadar tüm evrene; insanlara ve cinlere resul seçilmiştir. Son elçi olmasına bağlı, getirmiş olduğu dinle beraber bütün dinler de yürürlükten kalkmıştır. Peygamber Efendimiz de şeriatı da “nasihtir.” Hz Peygamber’in evrenselliği şu ayette açıkça ifade edilmiştir: “قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنِّي رَسُولُ اللّهِ إِلَيْكُمْ جَمِيعًا ” “De ki: Ey İnsanlar! Ben sizin hepinize gönderilmiş olan birelçiyim…”[1] Aynı vurgu şu ayette de yapılmıştır: “وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ” “Biz, seni bütün insanlığa müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bu durumu bilmiyorlar.”[2]
*
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) risaletinin evrensel olması, ona iman etmeden iman iddiasının geçerli olmayacağının açık bir ifadesidir. Zaman zaman tartışmalar yapılmakta ve bu tartışmalarda yanlış sonuçlara varılmaktadır. Yanlış sonuçların tamamı usül (yöntem) eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Usül eksikliğine bağlı olarak Kur’an-ı Kerim’e parçacıl yaklaşılıp bütünlük esası gözden uzak tutulmakta, subjektif davranılarak bireysel ve ideolojik yaklaşım öne çıkarılmakta ve Kur’an-ı Kerim’le bu kanaatler desteklenmek istenmekte, makasiduşşeria denilen dinin gönderiliş amaçları göz ardı edilmektedir. Hatta şunu çok iddialı olarak söyleyebiliriz; ülkemizdeki ilahiyat alanında söz söylemeye çalışanların çoğunda İslâmî ilimlerle alakalı büyük bir metodoloji (usül) eksikliği vardır. Bu alanla ilgili bilgiler köklü olarak ikmal edilip vahiyle mutabakat arzeden yeni açılımlar ortaya konmadıkça hatalar daha da çoğalacaktır. Bağlamından koparılan bir ayetle Kur’an’a istediklerini söyleten akademisyenler ve ideolojik önderler dini tahrif yarışına girmektedirler. Şayet metodolojik donanım sağlanmaz ve ehliyetsiz kişiler hüküm imal etmeye etmeye devam ederlerse, itibarsızlaştırılan din anlayışıyla sekülerizme kapı aralamanın sonu gelmeyecektir.
*
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) risaletine imanı dışta tutarak yeni bir din arayışı veya “Hak din türetme ve üretme girişimi” yeni değildir. Fakat İslâm’ın orijinalliğini koruması, hayatın genişlik alanına Kur’an ve Sünnet’le hükümler vazedip boşluk bırakmaması ve bu çerçevede modernizmle; Batı medeniyeti ile hesaplaşmayı özünde barındırması yeni hakikat (!) arayışlarının başlıca nedenidir. Tüm bu aramalara rağmen kim ne derse desin, hangi hükmü verirse versin Allah Teâlâ, nihai hükmünü vermiştir: “Allah katında tek geçerli din İslâm’dır.”[3] “وَمَن يَبْتَغِ غَيْرَ الإِسْلاَمِ دِينًا فَلَن يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ” “Kim İslâm’dan başka bir din ararsa o ondan asla kabul olunmayacaktır.”[4] Hz. Peygamber’in (s.a.v.) risaletine karşı çıkanlar veya onsuz bir din tasavvuru düşünenler çok çarpık bir yaklaşımla tevhidi “la ilahe illallah / Allah’tan başka ilah yoktur.” biçiminde kabul etmekteler ve Hz. Peygamber’in (s.a.v.) risaletini içeren “Muhammedün resulullah” kısmını reddetmektedirler. Bununla ilgili yazılan hezeyanlar ciltleri dolduracak kadar çoktur. Bu çirkin yaklaşıma birkaç şekilde karşı çıkılabilir. Evvela şunu belirtmekte fayda vardır; tevhidin iki rüknü vardır. Birinci rükün: Allah’tan başka ilah yoktur. İkinci rükün: Hz. Muhammed (s.a.v.), Allah’ın elçisidir. Bu rükünlerden birini kabul edip diğerini kabul etmeyen kâfir olur.
*
Tevhidin bütünlüğünü parçalayarak Peygambersiz bir din tasavvurunun öncülüğünü yapanlar ayetlerden bile yanlışlarına delil aramışlardır. Bu bağlamda Bakara Suresinin 62. Ayetini fütursuzca yorumlamışlar ve Allah’a iman ettim deyip peygamberi reddetmenin kişiyi dalalete düşürmeyeceği yanlışını savunmuşlardır. Savundukları “Peygamberiz Müslümanlık” ile ilgili makaleler ve kitaplar yazmışlardır. Amaç temsilcisi olmayan bir din anlayışı ile sünneti yok edip kâfir medeniyetine ve sultasına alan açmaktır.[5] Hz. Peygamber’in olmadığı bir din anlayışını öne çıkarmak isteyen sapık anlayışa Allah Teâlâ şu ayette cevabını vermiştir:“إِنَّ الَّذِينَ يَكْفُرُونَ بِاللّهِ وَرُسُلِهِ وَيُرِيدُونَ أَن يُفَرِّقُواْ بَيْنَ اللّهِ وَرُسُلِهِ وَيقُولُونَ نُؤْمِنُ بِبَعْضٍ وَنَكْفُرُ بِبَعْضٍ وَيُرِيدُونَ أَن يَتَّخِذُواْ بَيْنَ ذَلِكَ سَبِيلاً” “Allah’ı ve peygamberini inkâr edenler, (Allah’a inanıp peygambere inanmamakla) Allah ile peygamberlerinin arasını ayırmak isterler ve ‘Biz (peygamberlerin) bazısına inanır, bazısını da inkâr ederiz.’ diyerek imanla inkâr arasında bir yol tutmak isterler.”[6] Yüce Allah böyle bölünmüş ve parçalı bir imanın neticesini bir sonraki ayette hükme bağlamıştır: “أُوْلَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ حَقًّا وَأَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ عَذَابًا مُّهِينًا ” “İşte bu kimseler(Allah ile elçisinin arasını iman bakımından ayıranlar) gerçek kâfirlerdir. Biz, kâfirlere rezil ve perişan edici bir azap hazırladık.”[7] Ayet-i kerimede, Allah ile elçileri veya elçiler arası ayırımın hakiki kâfirlik olduğuna vurgu yapılmıştır ki bu hükmün nedeni tevhidin rükünlerini veya iman esaslarını parçalamaktır. Parçacıl bir imanı kabul etmektir. Mü’minler hergün yatsı namazından sonra okudukları ayette: “لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِ” “… Allah’ın elçileri arasında bir ayırım yapmayız.”[8]gerçeğini gönülden ikrar ederler. İman açısından peygamberler arasında bir ayırım yapmadıklarını vurgularlar. Tek peygamberi inkâr etmenin bütün peygamberleri inkâr etmek anlamına geldiğini bu ayetle bilirler. “Muhammed, Allah’ın resulüdür”[9] mutlak hakikati Kur’an-ı Kerim’de yer almışken ve Yüce Allah(c.c.)“Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve ahiret gününü inkâr ederse kesin bir şekilde sapıtmıştır.”[10]buyurmuşken, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) risaletini inkâr eden kimse Allah’a(c.c.)inansa bile nasıl Müslüman olur? Ahirette nasıl kurtulur? Arzettiğimiz gibi bu yaklaşımın nedeni subjektif bakış açısı ve usül eksikliğiyle beraber cahillik ve kötü niyettir. Hıristiyan ve Yahudi güdümlü dünya sistemine hizmettir. Müslümanlığı doğru yaşamanın en önemli kriteri olan Hz. Peygamberin şahsında sünnetini dışta tutarak Müslümanların ölçülerini ellerinden almaktır. Bu anlayış Müslümanların hidayetini karartma çalışmasıdır.
*
Metodik düşünmenin sahabe dönemindeki en büyük temsilcilerinden olan Abdullah b. Mes’ud (r.), Kur’an bütünlüğü ile ilgili şöyle demektedir: “Kim Kur’an-ı Kerim’den tek bir harfi inkâr ederse bütün Kur’an’ı inkâr etmiş olur.”[11] İbni Mes’ud’un (r.) görüşünü tefsir ve teyit mahiyetinde büyük Hanefi Âlimi Serahsi (rh.) de şöyle söylemektedir: “Kim ki bu dinin hükümlerinden birisini inkâr ederse “la ilahe illallah” hakikatini inkâr etmiş olur.”[12] Allah’ın (c.c.)varlığını kabul edip bu varlığın hayata emir ve yasaklarıyla; vahiy ve peygamber göndermek suretiyle müdahalesini kabul etmemek, dine firavnî veya Ebucehlî bir yaklaşımdır. Bu ifadeleri sertlik formunda kullanmıyoruz. Söylemek istediğimiz, saymış olduğumuz küfür önderlerinin de hayata müdahale etmeyen bir din tasavvurunun peşinde olduklarını beyandır. Tarihsel ve ilmi bir tespittir. Hatta Hz. Peygamber’in (s.a.v.) bizzat kendisi bir hadislerinde konumuzla da ilgili olarak şöyle buyurmuştur: “Kim ki benim peygamberliğime iman etmezse Allah’a (c.c.)iman etmiş sayılmaz.”[13] Çünkü elçiyi kabul etmeyen, onu göndereni de kabul etmez. Bu nedenle Hz. Peygamber (s.a.v.), birçok hadisinde “Muhammedün resulullah” gerçeğinin kelime-i tevhidin bir rüknu olduğuna vurgu yapmıştır.
*
Hz. Peygamber (s.a.v.) Muaz b. Cebel’i (r.) Yemen’deki ehli kitaba (Hıristiyanlara) muallim ve kadı olarak gönderdiğinde şu emri vermiştir: “Onları evvela Allah’tan (c.c.)başka ilah olmadığına (teslisin reddine), Muhammed’in (s.a.v.) Allah’ın resulü olduğuna davet et. Buna itaat edip kabul ederlerse onlara günde beş vakit namaz kılmalarını bildir…”[14] Hz. Muhammed’in (s.a.v.) risaletini kabul edip Müslüman olan ehli kitap için ise iki kat sevap verileceğine Hz. Peygamber (s.a.v.) şu buyruğu ile işaret etmektedir: “Üç grup insana iki kat sevap verilecektir. Bunlar; hem kendilerine gönderilen peygambere hem Hz. Muhammed’e (s.a.v.) iman eden ehli kitap; sahibinin ve efendisinin hakkını yerine getiren köle; yanındaki bir cariyenin en güzel şekilde eğitim ve öğretimi ile meşgul olup sonra da özgürlüğüne kavuşturan ve akabinde onunla evlenen kimse.”[15] Zira Hz. Peygamber (s.a.v.), iman iddiasında bulunan kimse için “en çok sevilen kimse” olmak zorundadır. Onu sevmekle onu göndereni sevmek arasında kesin bir ilgi vardır.[16] Bu ilgiyi Resullullah (s.a.v.) şöyle dile getirmiştir: “Sizden birinize ben, babasından, çocuklarından ve tüm insanlardan daha sevgili olmadıkça iman etmiş sayılmazsınız.”[17]
*
Uhrevi kurtuluşun da tevhidin bu iki rüknünü birbirinden ayırmamakla mümkün olacağına hadiste değinilmiştir: “Kim ki Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in O’nun peygamberi olduğuna kalbinden sadakatle iman ederse mutlaka cennete girecektir.”[18] Tevhid kelimesinin ükinci rüknünü çıkardığınızda, dini de parçalamış olursunuz. Allah’ı kabul edip şeriatını inkâr yanlışlığına düşersiniz. Zira Hz. Peygamber, İslâm’ı tebliğ etmiş, kapalıkları açıklamış, içeriğini yaşamak suretiyle örnek olmuştur. Dolayısıyla Allah’a iman edilip Peygamber’e iman dışta tutulamaz. İslâm’da bu anlayış küfürdür.
*
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) risaleti kabul edilmeden iman iddiasında bulunmak ve uhrevi kurtuluştan bahsetmek yukarıda da açıklandığı gibi mesnetsiz bir iddiadır. Kur’an’ın bütünlüğüne de aykırıdır. Konuyla ilgili ilimsiz ve insafsız iddiada bulunan ve bu çerçevede Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi muharref dinleri İslâm’ın seviyesine çıkarmak isteyenler bu hususla alakalı hadisleri kasıtlı olarak görmezlikten gelmektedirler. Çünkü Allah Resulü’nün (s.a.v.) buyrukları bu konuda oldukça nettir. Şu hadis Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hem risaletini hem de getirdiği şeriatı kabul etmeyenlerin akıbetini açıkça ortaya koymaktadır: “Canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki bu (davet) ümmetinden ister Yahudi ister Nasrâni olsun, kim ki benim peygamberliğimi duyar da gönderilmiş olduğum risaleti kabul etmezse mutlaka cehennem ehlinden olur.”[19] Hadis bazı rivayetlerde “Bana iman etmezse” şeklinde varit olmuştur.[20] Bir kimse Allah’ın(c.c.) varlığını kabul eder; Allah’ın (c.c.) peygamber olarak gönderdiği Hz. Muhammed’in (s.a.v.) elçiliğini inkâr ederse kâfir olur. Bu durum; O’nun elçi göndermesini kabul etmemek ve O’nun ulûhiyetini reddetmektir. Yahudi ve Hıristiyanlar bu gruptandır.[21]
*
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) risaletinden Tevrat’ta ve İncil’de bahsedilmiş[22] ve bugünün iletişim ortamında onu ve getirdiği dinin adını duymayan kalmamıştır. Ayrıca Yüce Allah (c.c.), Hz. Peygamber’den (s.a.v.) önceki peygamberlerden onun/Hz. Muhammed’in peygamberliğini tasdik ve ona yardım konusunda söz de almıştır.[23] Ehli kitap, “Onu sıfatlarıyla öz oğullardan daha iyi tanımıştır.”[24] Abdullah b. Selam (ö. 43 / 663), “Kesinlikle öz oğlumdan Hz. Peygamberi daha iyi bilirim.” diyerek ayetteki hakikate vurgu yapmıştır.[25] Konumuzla ilgili şu rivayet çok derin anlamlar içermektedir: “Adamın birisi, Resullullah’a (s.a.v.) gelip şöyle söylemiş: ‘Ey Allah’ın elçisi! Bir adam İncil’e sıkı sıkıya bağlı, diğeri Tevrat’a sıkı sıkıya bağlı; kendilerine gönderilen peygamberlere iman ediyorlar fakat sana iman edip tabi olmuyorlar, haklarında ne dersin?’ Bunun üzerine Resullullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ‘Yahudi ve Hıristiyanlardan kim beni işitir de bana tabi olmazsa cehennemdedir.”[26] Hatta Hz. Muhammed (s.a.v.), kendi risaletini inkâr eden ehli kitaba şöyle beddua etmiştir: “Ey Allah’ım! Elçini yalanlayan ve senin yolundan insanları engellemeye çalışan kâfirleri kahreyle…”[27] Tüm rivayetler içerisinde şu rivayetin apayrı bir yeri vardır: “Hz. Ömer (r.), elinde Tevrat nüshaları ile Hz. Peygamber’e (s.a.v.) gelmiş ve Ey Allah’ın resulü! Benî Kurayza Yahudilerinden komşum olan birine uğradım ve bana bunları yazdı; sana onları arzedeyim mi? deyince Resullullah’ın (s.a.v.) gazaptan rengi değişmiştir. Hz. Ömer, onun kızgınlığını anlayıp şöyle mukabelede bulunmuştur: ‘Rab olarak Allah’a (c.c.), din olarak İslâm’a, peygamber olarak Hz. Muhammed’e (s.a.v.) razı oldum.’ Bunun üzerine Resullullah (s.a.v.) şu tarihi cevabı vermiştir: Sizin aranızda (şimdi) Musa (a.) da olsaydı ve siz beni terkedip Musa’ya (a.) bağlansaydınız dalalette olurdunuz.[28] Ümmetlerden siz benim payıma, peygamberlerden de ben sizin payınıza düştüm.”[29]Hz. Muhammed (s.a.v.), kendi risaletine tavır koyan ehli kitaba karşı özellikle peygamberliğini kabul etmelerini emretmiştir. Ölmek üzere olan bir Yahudi gencinin yanına ziyarete gitmiş ve ona son anında Allah’tan(c.c.) başka ilah olmadığına ve kendisinin de O’nun peygamberi olduğunu kabul etmesini telkin etmiştir. Çocuk, Resullullah’a (s.a.v.) olumlu cevap verip ruhunu teslim edince Hz. Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kardeşinizin cenaze namazını kılın.”[30] Tüm bu rivayetlerden anlaşılıyor ki ehli kitap başta olmak üzere herkes dünyevi ve uhrevî kurtuluş için Allah’ın varlık ve birliğiyle beraber Hz. Peygamber’in (s.a.v.) risaletini de kabul etmek zorundadır. Ayetleri kendi bütünlüğü içerisinde değerlendirmekten aciz ve Kur’an ilimlerine uzak bazı dalalet ehli zevatın söylemlerinin hakikat ile bir ilgisi yoktur. Bunlardan bazıları cehaletlerinin ve birileri tarafından kullanıldıklarının farkına varıp ahir ömürlerinde tövbe ettiklerini söyleseler de işledikleri suç; Allah’a, Resulüne ve tüm ümmete karşıdır.
*
Unutmayalım ki Kur’an-ı Kerim bir bütündür. İslâm bir bütündür. Kur’an-ı Kerim’in tek hükmünü reddeden; eskilerin deyimi ile zarurât-ı diniyeden bir emri veya yasağı inkâr eden dinin tamamını inkâr etmiş sayılır. “İmanın tadı Allah ve resulünün her şeyden daha sevgili olması, kişinin sevdiğini yalnızca Allah için sevmesi ve küfre dönmekten ateşe atılırcasına tiksinmekle alınır.”[31] Hz. Muhammed (s.a.v.) son peygamberdir.[32] Onun risaletini ve sevgisini inkâr ederek hidayette olmak mümkün değildir. “Hz. Muhammed’in (s.a.v.) peygamberliğini kabul etmeden de insanlar kurtulabilir” diyenler, İslâm’ın son ve evrensel din oluşuna da gölge düşüren cahil ve art niyetli kimselerdir. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) risaleti ile tüm insanlığa tebliğ edilen din, modernite ve emperyalist dünya düzeni ile hesaplaşacak tek hak dindir. Onun risaletini dışta tutarak yol aramak emperyalizme ömür biçip hayat hakkı tanımaktan başka bir şey değildir. Hz. Peygamber’in risaletini kabul etmeden Müslüman olunacağını savunanlar tek kutuplu bir dünyaya; gavur eksenli bir sisteme de bilerek veya bilmeyerek onay vermektedirler.
***
[1] A’raf 7 / 158.
[2] Sebe 34 / 28; Hz. Muhammed’in (s.a.v)) evrensel bir peygamber olması ile ilgili olarak bak: Nisa 4 / 79; En’am 6 / 19; Enbiya 21 / 107; Sa’d 38 / 87.
[3] Âl-i İmran 3 / 119.
[4] Âl-i İmran 3 / 85.
[5] Daha düne kadar Abant toplantılarında “Muhammedsiz Müslümanlığın” çalışmalarının moderetörleri birden kulvar değiştirip siyasetin nimetlerinden pay kapma yarışına girdiler. Ülkenin ilim ve irfan duayeni(!) kabul edilen bu zevata söz söylemek ne mümkün. Şerre destek olanlar hak ehliyle cihad ettiklerini zannetmektedirler. Dırar mescidinde imamlık yapan zata dönüş yapmasına rağmen görev vermeyen ve olayı kafasında canlı tutan Hz. Ömer’in basiretine ihtiyacımız var. Unutkan kafayla bir yere gidilmez.(M.S.)
[6] Nisa 4 / 150
[7] Nisa, 4 / 151.
[8] Bakara 2 / 285.
[9] Fetih 48 / 29.
[10] Nisa 4 / 136.
[11] İbni Hemmam, Musannef, h. no: 15946, VIII / 422.
[12] Serahsi, Usül, I / 73.
[13] İbni Hanbel, Müsned, (tah: Muhammed Şakir, h. no: 27216), X / 114-5.
[14] Nesaî, Zekât, 23, h. no: 1, IV /4.
[15] Buharî, 3, İlim, h. no: 97.
[16] Bak: Âl-i İmran 3 / 31
[17] İbni Hanbel, Müsned, III /177; Buharî, 8, İman, I /9; Nesaî, Sünen, VIII / 114-5.
[18] İbni Hanbel, Müsned, V / 229.
[19] Müslim, 1, İman, 70, h. no: 240, I / 134.
[20] İbni Hanbel, Müsned, (tah: Muhammed Şakir, h. no: 19579), VII / 137.
[21] Hazin, Lübâbu’t-Te’vîl, I / 162.
[22] İbni Sa’d, Tabakat, II / 122; Hâkim, Müstedrek, h. no: 4224, II / 671.
[23] Bak: Âl-i İmran 3 / 81; İbni Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, I / 264.
[24] Bakara 2 / 146; En’am 6 / 20.
[25] Ebu Cafer en-Nehhas, Meani’l-Kur’an, II / 407.
[26] İbni Hamza, Esbab-ı Vürud-il Hadis, h. no: 1776, III / 330; Suyûtî, Esbâbü Vürûdi’l-Hadîs, s. 313.
[27] Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, III / 42.
[28] Bu dalalet, Hz. Musa’ya ittibadan kaynaklanan bir dalalet değildir. Aksine Allah’ın emrine uymayarak gönderilen elçiye; Hz. Muhammed’e (s.a.v)) uymamaktan kaynaklanan bir dalalettir. (M.S.)
[29] İbni Hemmam, Musannef, h. no: 10164, VI / 113; İbni Hanbel, Müsned, III / 470; İbni Hamza, Esbab-ı Vürud-il Hadis, h. no: 1402, III / 135.
[30] Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, III / 42.
[31] Buharî, II, İman, 9, I / 9-10; Nesai, Sünen, VIII / 96.
[32] Ahzab 33 / 40; Tirmizi, 5, Siyer, no: 1553, IV / 123; Nesai, Gusül, h. no: 21, I / 209-10; Tahavi, Müşkil’ül Asar, h. no: 1298, II / 35.