Türkiye, NATO’nun Güney Kanadında Yalnız Bir Denge Değil, Akılcı Bir Güçtür!
NATO’nun yüzyılı devirdiği günlerde, harita üzerinde küçülen ama anlamı büyüyen ülkeler var. Türkiye, bu ülkelerden biri. Anadolu kıstağının tam ortasında, üç farklı kıtanın rüzgârına açık ama kendi duruşundan ödün vermeyen bir konumda, sadece sınır bekçisi değil; ittifakın stratejik akciğeri gibi çalışıyor.
Napoli merkezli NATO’nun güney sahasında 2023 itibarıyla harekât merkezi olan Türkiye, artık sadece cephe hattı değil; karar anlarının merkezinde. Akdeniz’in sıcaklığı ile Karadeniz’in belirsizliğini sentezleyen bu konum, Ankara’nın sadece askeri değil, politik diplomasi kapasitesini de artırıyor.
2024 itibarıyla Türkiye’nin savunma harcamaları, GSYH’nin %2.09’una ulaştı. Bu teknik bir oran değil sadece; siyasi bir söylemdir. NATO’nun uzun süredir beklediği “asgari harcama sorumluluğu”, Ankara tarafından yalnızca karşılanmakla kalmıyor, istikrarla sürdürülüyor. Harcamaların %31.8’lik kısmı doğrudan ekipman yatırımı olarak görülüyor ki bu da Türkiye’nin ‘varım ama sadece sayıyla değil, içerikle de varım’ dediği yerdir.
Ancak bu nokta da bir sorun var. ABD ve müttefikleri çıtayı %5’e taşımak istiyor — %3.5 doğrudan ekipman, %1.5 altyapı yatırımı gibi bir pay ayrılması isteniyor. Türkiye gibi kur baskısı ve yüksek enflasyon sarmalında ekonomisini tutmaya çalışan bir ülke için bu, sadece mali değil, kurumsal da bir meydan okumadır.
Yerli Savunma Sanayii
Bir ülkenin savunma gücü, yalnızca dışarıdan aldığı füzelerle değil, kendi içinden büyüttüğü fikirlerle ölçülür. Türkiye’nin %75–80 oranında yerlileşmiş savunma sanayii, sadece bir ekonomik başarı değil; jeopolitik bir özgürlük beyannamesidir. İHA’lardan denizaltı platformlarına, zırhlı kara araçlarından radar sistemlerine kadar uzanan bu üretim zinciri, 5,5 milyar dolarlık ihracatla dünya sahnesine taşınıyor.
Savunma sanayii, Türkiye için artık bir sanayi kolu değil; bir stratejik hafıza. Bu hafıza, Türkiye’yi ithalata bağımlı değil; kararlarına güvenilir hale getiriyor. NATO’nun giderek kırılganlaşan tedarik zinciri içinde bu katkı, Türkiye’yi yalnızca askeri değil; lojistik bir omurga haline de getiriyor.
İttifak İçinde Yük Paylaşımı Değil, Yön Paylaşımı Arayışı
“Burden sharing” — NATO literatürünün en çetrefilli terimlerinden biri.
Yükü kim taşıyor?
Kim sadece gölgesini bırakıyor?
Türkiye, bu sorunun cevabında hep ön sıradaydı. %2 hedefini yakalamakla kalmayıp aşan nadir üyelerden biridir. Ancak artık mesele sadece yükü taşımak değil, yönü belirlemek gerekmektedir.
ABD’nin yükselttiği %5 hedefi, yalnızca bir harcama kalemi değil; bir stratejik yön tayini denemesidir. Türkiye, bu yeni yolda ne bir takipçi ne de bir direnişçi olmak zorunda. Biz Türkiye olarak, kendi yolunu açan, kendi çizgisini çizen bir denge oyuncusu olabilir — belki de olmak zorundayızdır.
Jeopolitik Gerilimler Arasında Sessiz Bir Yalınlık: Türkiye’nin Uzlaştırıcı Gücü
İttifak içinde hız isteyen Baltıklar ve zamana oynayan Güney Avrupalılar arasında Türkiye, jeopolitik bir denge köprüsü kurabilir. Çünkü Türkiye, savaşla barış arasında sadece mesafe değil; oyun kuran güçtür.
F-16 modernizasyonu, Eurofighter gibi platform girişimleri, Türkiye’nin sadece bir “kullanıcı” olmadığını, “kabiliyet sağlayıcı” olmak istediğini gösteren işarettir.
Ama bu hiç kolay olmayacaktır. TL’nin değersizleşmesi, enflasyonun baskısı ve küresel krizlerin sarmalında, stratejik öngörüyle sabırlı bir yatırım gerekmektedir. O halde Türkiye, bu anlamda hem iç politik bütünlüğünü hem de dış politik sabrını birleştirmek zorundadır.
Sonuç olarak Anadolu’dan yükselen sessiz strateji izlemekteyiz.
24–25 Haziran’daki Lahey Zirvesi, NATO için yeni bir güvenlik vizyonu sunacak. Türkiye, bu zirveye yalnızca “savunma harcaması yapan” bir ülke olarak değil, vizyon koyan, yön gösteren bir aktör olarak katılacaktır. Çünkü NATO’nun güney kanadı artık sadece sıcak çatışmaların eşiği değil; soğukkanlı stratejilerin üretildiği bir merkez olmak zorundadır.
Ve burada Türkiye’nin rolü şu olmalı: Bir denge oyuncusu değil sadece; dengeyi taşıyan omurga olmalıdır. Harcamanın ötesinde kabiliyete dayalı, yerliliğe yaslanmış ve ittifak içinde diplomatik aklı temsil eden bir ülke olarak, Türkiye NATO’nun yalnızca bir kanadı değil, belki de kalbi olabilecek güçtedir.