Kıbrıs’ta Sular Isınıyor

Doğu Akdeniz’de Çatışma Eşiği: Kıbrıs’ın Jeopolitiği, İsrail-GKRY Hamlesi ve Türkiye’nin Stratejik Konumu 

Doğu Akdeniz, tarih boyunca imparatorlukların ve büyük güçlerin kesişme noktası olmuş, her dönemde yeni fay hatları üretmiştir. Bugün de aynı coğrafya, enerji hatları, güvenlik mimarileri ve ittifak ağları üzerinden yeniden şekillenmektedir. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) İsrail’den hava savunma sistemi alması, yalnızca teknik bir savunma yatırımı değil, bölgesel dengeleri sarsan bir jeopolitik hamle niteliği taşımaktadır. Bu gelişme, Ada’yı bir istikrar adasından ziyade potansiyel bir çatışma alanına dönüştürmektedir.

KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın bu hamleye verdiği tepki, tarihsel hafızanın ve stratejik gerçekliğin bir yansımasıdır.

1963 Kanlı Noel olaylarından 1974 Barış Harekâtına kadar Rum tarafının silahlanma politikalarının nelere yol açtığı hafızalarda halen canlıdır. Bugün GKRY’nin İsrail ile geliştirdiği askeri işbirliği, Kıbrıs Türk halkının güvenlik kaygılarını yeniden tetiklemekte ve gelişmeler anlık olarak Ankara tarafından yakından izlenmektedir. Tatar’ın “Türkiye ile istişare içindeyiz” vurgusu, yalnızca diplomatik bir refleks değil, aynı zamanda caydırıcılığın temelini oluşturan garantörlük mekanizmasını da teyididir.

Burada kritik soru şudur:

Eğer İsrail’in Rum kesimini destekleyen askeri varlığı, doğrudan KKTC bölgesine yönelirse ne olur?

Böyle bir senaryoda Türkiye’nin devreye girmemesi düşünülemez. Zira 1960 Londra ve Zürih Antlaşmaları Türkiye’ye garantörlük hakkı tanımaktadır.

KKTC NATO üyesi değildir; dolayısıyla doğrudan NATO’nun 5. maddesi işletilemez. Ancak Türkiye’nin dahil olması, meseleyi otomatik olarak NATO’nun gündemine taşımaktadır. Çünkü NATO üyesi bir ülkenin doğrudan savaşa girmesi, ittifakın güvenlik mimarisini harekete geçirmektedir.

Bu noktada iki ihtimal öne çıkmaktadır.

Birincisi, Türkiye’nin garantörlük hakkı çerçevesinde tek taraflı askeri müdahalesi ki bu 1974’te olduğu gibi uluslararası hukukta tartışmalı ama fiili bir durum yaratmaktadır.

İkincisi ise, Türkiye’nin NATO Konseyi’ni acil toplantıya çağırarak, ittifakın doğrudan olmasa da dolaylı desteğini talep etmesidir. Ancak unutulmamalıdır ki Yunanistan’ın da böylesi durumda karşı tarafta mutlaka ölçekte yer alacaktır.

Bu senaryo, NATO’nun en karmaşık krizlerinden birini doğurabilecek niteliktedir. Çünkü NATO’nun iki üyesi olan Türkiye ve Yunanistan’ın doğrudan karşı karşıya gelmesi ihtimali söz konusu olmaktadır. Bu durumda NATO’nun işleyişi, ittifakın kolektif savunma mekanizmasından çok, kriz yönetimi ve arabuluculuk kapasitesi üzerinden şekillenmektedir.

Böylesi bir durumda Yunanistan ve Türkiye’nin dahil olması, meseleyi yalnızca Kıbrıs meselesi olmaktan çıkarıp, NATO’nun güney kanadının güvenliği meselesine de dönüştürmektedir.

Sahadaki örnekler bu tabloyu desteklemektedir. Yunanistan’ın Ege’deki askeri modernizasyonu, GKRY’nin İsrail ile kurduğu savunma hattı ve Fransa’nın Doğu Akdeniz’deki askeri varlığı, Türkiye’yi çevrelemeye dönük bir stratejik kuşatma izlenimi yaratmaktadır. Bu kuşatma, yalnızca Türkiye-KKTC hattını değil, NATO’nun bütünlüğünü de test etmektedir. Zira Türkiye’nin dışlanması ya da yalnız bırakılması, ittifakın güney kanadında ciddi bir kırılma yaratacaktır.

Tatar’ın “Helen adasına dönüşecek bir anlayışa ret cevabı veriyoruz” sözleri, bu bağlamda yalnızca bir siyasi duruş değil, aynı zamanda jeopolitik bir kırmızı çizgidir. Kıbrıs Türk halkının egemenliği tanınmadan masaya oturulmayacağı gerçeği, bugün daha da stratejik bir anlam kazanmaktadır. Çünkü GKRY’nin İsrail ile geliştirdiği askeri işbirliği, Ada’daki müzakere zeminini daha da daraltmaktadır.

Sonuç olarak, GKRY’nin hava savunma sistemi hamlesi Ada’yı daha güvenli kılmamakta, aksine daha kırılgan hale getirmektedir. İsrail’in Rum kesimini destekleyen askeri varlığı, olası bir çatışmada Türkiye’nin doğrudan müdahil olacağı bir senaryoyu gündeme getirmektedir. Bu durumda NATO’nun resmi mekanizmaları devreye girmese bile, Türkiye’nin ittifak içindeki konumu nedeniyle mesele uluslararası güvenlik mimarisinin merkezine oturmaktadır. Tarih, silahlanma yarışlarının barış getirmediğini, aksine yeni çatışmaların kapısını araladığını defalarca göstermiştir. Bugün yaşanan gelişmeler, Kıbrıs Türk halkının mücadelesinin ne kadar haklı ve stratejik bir zemine oturduğunu bir kez daha teyit etmektedir.